ANA SAYFA » KIRK BİR KERE İSTANBUL » Kırk Bir Kere İstanbul'dan Seçmeler » Cevahir Bedesten
"KAPALI ÇARŞI İÇİNDE KAPALI RÜYA ÇARŞISI"
...
Bir gelenek daha vardı ki bu da Bedesten’in yüzünün her sabah duayla yıkanmasıydı. Kuyumcular Kapısı’nın arkasından “Buyurun duaya!” diye gürleyen ses, kapı kapı bütün dükkânları dolaşır, bir çırpıda muhafızlar dolabının önüne toplardı esnafı. Sultanın ve askerin selâmetine dua, gelmiş geçmiş esnafın ruhlarına rahmet niyaz edilirdi. Kubbenin altında birleşen onlarca “Âmin” sedası, hep birlikte havalanan kuşların kanat sesleri gibi Çarşı’nın içine yayılır, bereket dağıtırdı. Duadan sonra, “Tavcılık yapılmayacak, mal kapatılmayacak, kefilsiz mal alınıp satılmayacak!” tembihi aynı tazelikte bir kez daha tekrarlanırdı her sabah.
Esnaf, mücevherde aradığı kıymeti arardı duacıda. Kendi içlerinden, lâkin ilim ehli bir zat olmasına riayet ederlerdi. Duacıya hürmette kusur etmedikleri gibi birbirlerinin siftahını ve kazancını da gözetmeye ihtimam gösterirlerdi. Bunlar kefilli, beyanlı, öyle mutemed adamlardı ki bedestende olan dolaplar açık kalıp nice Mısır hazînesi, hesabını ancak Bârî bilir mücevherat, murassaat, meydanda yattığı halde asla vaz-ı yed etmezlerdi.
...
Metnin tamamı için: Kırk Bir Kere İstanbul, Şule Yayınları, 2013, sf. 25-31.
İsminden de anlaşılacağı gibi Valide Han’ın sadece büyüklüğüne bakarak bile yaşı tahmin edilebilir. Zira on yedinci asra gelinceye kadar hanlar ya tek avluludur ya da çift avlulu; ya tek katlıdır ya da çift katlı. Büyük Valide Han, kendi asrında üçüncü avlusu yapılan ilk handır ki on yedinci asır, han inşasının zirveye ulaştığı, on sekizinci asır da kemale erdiği dönemdir.
Köprüden geçmek isteyen herkes hâlâ müruriye vermek zorundadır. Aksi halde köprü tahsildarlarından herhangi biri kendisine musallat olup onu cümle âleme rezil rüsva edebilir. Bu beyaz entarili memurlar öyle acımasız, öyle zorba zevat olarak bellenmiştir ki onlar hakkında nice mizahi resimler çizilmiş, yazılar yazılmıştır.
Orta yerinde havuzu yoktur Şark Kahvesi’nin. Su sesi de yoktur bu yüzden. Lâkin elini uzatıverse biri, suyunu akıtmaya âmâde bekleyen mermer bir çeşmesi vardır girişte. Köşede gelin gibi süzülen bir semaver, kahve dövmekten emekli koca bir dibek…
1900’lü yıllar. Hatta tam da 1900. Yıllardır zihninde mukaddes bir emanet gibi muhafaza ettiği arzusuna biraz daha yaklaşmıştı Abdülhamid. Onun arzusu, İstanbul’dan Hicaz’a yapılan yolculuğun aylarca sürmesine, yolculukları çileye çeviren susuzluk, hastalık ve baskın korkusuna çare bulmaktı. Onun asıl arzusu, İstanbul’u Mekke ve Medine’ye sağ salim kavuşturmak ve rayların denize değdiği yere bir gar binası inşa etmekti.