Rahşan Tekşen

ANA SAYFA  »  RÖPORTAJLAR   »  Prof. Dr. Nurhan Atasoy

Prof. Dr. Nurhan Atasoy

Prof. Dr. Nurhan Atasoy
Prof. Dr. Nurhan Atasoy

Prof. Dr. Nurhan Atasoy
Prof. Dr. Nurhan Atasoy

"İNSANI SEVECEKSİN"

Herhangi bir insanın işini sevmesini aşkın bir şey öğrendik sizin hakkınızda. Fotoğraf makinesi almak için babanızdan kalan evi satmışsınız, doğru mu bu?

Evet, sattım doğru. Bir daire sattım, o zaman Bostancı’da idik. Üniversite kütüphanesinde Abdülhamid albümleri vardır. Dokuz yüz albüm var orada. Otuz beş bin, otuz altı bine yakın fotoğraf var o albümlerin içinde. Beş kişilik bir grup kurdum ve onların kataloğunu yaptık. Resimler çekmeye başladım. Benim ilgimi çeken resimlerin tekrar resimlerini çektik. İşte o zaman fotoğraf makinesi almak istiyorum, karanlık oda istiyorum, stand istiyorum… Bunların hepsi için babamın verdiği daireyi sattım, aldım. Ondan sonra da ödüm patlıyor, babam soracak diye. Allah rahmet eylesin. Her şeyi fark ederdi de yüzümüze vurmazdı. Çok korkusunu çektim ama hiç yüzüme vurmadı. Bitiverdi para! Nasıl oldu bilmiyorum. Üst baş almak filan yok bende. Zaten o devirde bir şeye heveslensem kendim dikiyordum. Bir daire daha sattım, ama o başka sebepten.

Etrafımda çok da iyi fotoğrafçılar vardı arkadaşlarımdan. Ona soruyorum, buna soruyorum. Hiç eğitim de almadım. Ama o kadar güzel çekmişim ki o albüm fotoğraflarını, pırıl pırıl. Bazı fotoğraflar var ki mesela “İpek: Osmanlı Dokuma Sanatı” kitabı için yirmi ülke gezdim ben.  Bir ekip halinde çalıştım ama araştırma fotoğraflarının hemen hepsini kendim çektim. Gidip Osmanlı ipeği bulduğum yerleri nasıl bulduğumu bana sormayın, çünkü pek azını hatırlıyorum.

Bir kere böyle bir çalışmada ne var ne yokun cevabını hafızanıza yazamazsınız. Ne yapacaksınız? Resim çekeceksiniz. Nasıl resim çekeceksiniz? Yine bir grup kurmuştum dört kişilik. Herkes bir ucundan tutacaktı güya. Çoğu üzerimde kaldı ya, o başka mesele. Şimdi onlara da görüntü vermek lazım. Ne için kullanılabileceğine göre; işte konferans için kullanılır, şunun için, bunun için… Bu seyahatlerde bir arkadaşım da dokuma tekniklerini inceliyordu. O da bir mikroskop istedi, ipeği inceleyebilecek tipte bir mikroskop. O bir çantada, kauçuklara sarılmış… Bir çantada da benim makinem, lensler ve saire dolu… Birer de valizimiz var. Böyle ikimizin bir seyahati var. Şimdiki valizler daha kolay. O zamanki valizlerle Allaah! Onlarla az buz seyahat etmedim. Sonra o da gelmedi. Ben tek başıma bu seyahatlerde onları çok çektim. Bazı resimleri yayında bile kullandık.

Öyle yerler oldu ki mesela bir manastırda çekmiştim. Bazı yerlerde profesörler manastırlara fotoğrafçı göndermeye çalıştı; kimi mümkün oldu kimi olmadı. O zaman benim fotoğraflara kaldık. Yalnız yolculuk meselesi değil. Uçakla git ve bitsin. Şehir içinde değil ki gittiğiniz yer, dağ başında. Oraya gitmek bir daha mümkün değil. Mesela Polonya’da bir köy kilisesine gittik. Yahu ne kadar güzel şeyler var! Türk kumaşı serâser… Şahane! Kilise elbisesi yapılmış. Ondan sonra bir başka yerde buldum, aynı desen Kremlin’de gördüğüm bir kumaştaydı. Ve burada Fatih devrinden kalma bir yazma var, yazmanın içini ipek kaplamışlar. Onun içindeki desen de aynı! Baka kaldım; o mu, o mu? Resmini çekip aldım. O köy kilisesine bir daha gidip onu tekrar bulmak mümkün değil. Adını bile unuttuk gittiğimiz yerin. Onu da kullandık kitapta. Yani bunlar için iki bine yakın resim çekmişimdir. Az buz iş değil. Allah aşkına, akıl kârı iş değil! Deli, desinler, doğru. Deliyim yani, ne yapalım. Benimki de böyle gidiyor. Çok daha iyi valla. Allah akıllılık vermesin.

(Röportajın tamamı için Karabatak Dergisi, 33. sayıya bakabilirsiniz.)

Bugünün Söyleşileri KATEGORİSİNDEN...

muzehhibe-gulbun-mesara-26494

Müzehhibe Gülbün Mesara

Fakat Süheyl Ünver’in o zengin ve çeşitli arşivi birkaç parçaya bölünmüş durumda. Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi’nde iki bin defteri olduğunu biliyoruz. Tarih Kurumu’nda ve Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde yine hatırlı sayıda defter, resim ve belgeleri mevcut. Keza sizin şahsî arşivinizde… Süheyl Ünver’in arşivini bir araya getirmek niyetiniz veya girişiminiz oldu mu? Günümüz Türkiye’si bu kıymetin farkında mı? Doğru, babam Süheyl Ünver’in sağlığında kendi kararı ile bazı kurumlara bağışladığı el yazmaları ve arşivi, şu haliyle parçalanmış bir koleksiyon durumunda.

DETAY...

prof-dr-hasan-akay-96487

Prof. Dr. Hasan Akay

Size göre yazmak nedir? Bir ifade biçimi, bir ihtiyaç, bir kaçış… Yazmak, sıraladığınız -ve ucunu açık bıraktığınız- maddelerin her biri için ayrı ayrı geçerli olabileceği gibi, hepsini (çünkü bunlar birbiriyle çelişen hususlar değildir) aynı anda kapsayan bir eylem de olabilir. Ancak tek kelimeyle söylemek gerekirse, diyebiliriz ki yazmak, bir varoluş biçimidir.

DETAY...

mustafa-ozcelik-877

Şair ve Yazar Mustafa Özçelik

Sizin edebiyat sacayağınızın her bir köşesinde üç büyük isim var: Yunus Emre, Mehmet Akif ve Nasreddin Hoca. Eserlerinizi bu üç büyük zatın manevî ateşinde pişirmişsiniz. Bugünkü müktesebatınızın, müfekkirenizin oluşmasında katkısı olan bu manevî tadı bize anlatmak ister misiniz? Evet, bu üç isim benim kahramanlarım, hocalarım, kutup yıldızlarım... Bunlara bir de Battal Gazi’yi ekleyelim. Şahsiyetimi, düşünce yapımı, hayata bakışımı büyük ölçüde onlar inşa ettiler. Yunus Emre bu topraklarda Hak ve halk sevgisinin, Nasreddin Hoca latifenin, nüktenin, Battal Gazi ise kahramanlığın sembol şahsiyetleridir. Mehmet Akif ise kendi döneminde onların sentezi diyebileceğim bir özelliğe sahiptir.

DETAY...

udi-necati-celik-88490

Ûdî Necati Çelik

Talebe ne kadar yükselirse hoca o kadar yükselir, demiştiniz. Buradan yola çıkacak olursak hoca-talebe ilişkisini geçmişten bugüne değerlendirmenizi istesek, neler söylersiniz? Bize öyle öğrettiler. Hoca, talebenin başının üzerindedir. Talebe yükselirse, hoca da yükselir. Hocalık çok vebal isteyen bir iş. Benim burada söylediğim bir söz, doğru ya da yanlış, mutlaka yerini buluyor. Yanlış bir söz söylediğin zaman, bir çocuğun yanlış bir şey öğrenmesine sebep oluyorsun.

DETAY...

2024. Copyright © Rahşan Tekşen.

Avinga | XML