Rahşan Tekşen

ANA SAYFA  »  RÖPORTAJLAR   »  Ûdî Necati Çelik

Ûdî Necati Çelik

Ûdî Necati Çelik
Ûdî Necati Çelik

Necati Çelik
Necati Çelik

"SESE DOKUNABİLDİĞİMİ DÜŞÜNÜYORUM"

Talebe ne kadar yükselirse hoca o kadar yükselir, demiştiniz. Buradan yola çıkacak olursak hoca-talebe ilişkisini geçmişten bugüne değerlendirmenizi istesek, neler söylersiniz?

Bize öyle öğrettiler. Hoca, talebenin başının üzerindedir. Talebe yükselirse, hoca da yükselir. Hocalık çok vebal isteyen bir iş. Benim burada söylediğim bir söz, doğru ya da yanlış, mutlaka yerini buluyor. Yanlış bir söz söylediğin zaman, bir çocuğun yanlış bir şey öğrenmesine sebep oluyorsun. Bu çok riskli...  O yüzden eğitimlerimde az olsun, temiz olsun ama doğru olsun mantığıyla gidiyorum.

Bir televizyon röportajında “Hocanız kimdir?” diye sormuşlardı. Benim hocam, talebelerim, dedim. Çünkü talebeye öğretmek için kendim öğrenmek zorundaydım. Makam olsun, sohbet olsun, benim doğruyu öğrenmem gerekiyordu. Bunu öğrenciler sayesinde geliştirdim, diyebilirim. Eskiden buna meşk yöntemi deniyordu. Meşk de hocayla rû be rû çalışma şekliydi.

Mesela bazı arkadaşlar bana, ud metodu yaz, diyorlar. Rahmetli hocam Cinuçen Bey de yazdı. Hatta kitabı ödül de aldı. Ama ben öyle bir metoda karşıyım. Şu anlamda karşıyım: Metot kişiye göre değişen bir şey. Ne öğretmeliyim, nasıl öğretmeliyim diye herkese göre ayrı düşünüyorum. Herkesin ihtiyacı, kapasitesi ve yeteneği farklı olduğu için... Ben böyle düşünüyorum.

Ancak demin de söyledim, burada bir sorunumuz var. Meşk verecek hoca sayısı azaldı. Maalesef konservatuarlarda otuz, kırk öğrenci bir sınıfa dolduruluyor, hoca da gelip dersini anlatıyor. Tamam, hoca işini yapıyor ama öğrencinin anlayıp anlamadığı onun umurunda değil. Nasreddin Hoca’nın hesabı, bilenler bilmeyenlere öğretsin, der gibi çekip gidiyor. Dolayısıyla ben, konservatuardan mezun olup bana gelen çok öğrenci gördüm. Hakikaten hiçbir şey öğrenmeden çıkmışlar. Konservatuar bitirmenin bazı şartları var; şu eseri çalmak, şu sorunun cevabını bilmek... Ehliyet imtihanına girer gibi ezberliyor insanlar, sınıfı geçiyor, okulu da bitiriyor. Hatta birincilikle bitiren geliyor mesela. Hocam, diyor, ben dört sesten zirgüleli hicaz çalarsam, suzidil mi olur? Olmaz öyle bir şey! Olur mu? O gene zirgüleli hicaz olur. Suzidil olması için başka şeyler daha gerekiyor. Teknik şeylere girmek istemiyorum. Demek istediğim, öğrenci daha anlamadan mezun olmuş. Bana geldiği zaman sıfırdan başladığımız çok öğrenci var.

Ben şanslıydım. Çünkü şu duvarda resmini gördüğünüz ve görmediğiniz bir sürü insandan rû be rû çok şey öğrendim. Bu zevat Mevlana ihtifalleri sebebiyle Konya’ya gelirdi. Bir hafta, on gün kadar sürüyordu ama benim en kıymetli okulum orasıydı. Oradan bayağı yüklü bilgi alırdım. Bu bakımdan kendimi gerçekten çok şanslı hissediyorum.

Dört telli bir ud yaptırma hayaliniz var. Bu hayaliniz gerçekleşti diyebilir miyiz?

Gerçekleşti kızım. Ud şekil itibariyle çocukların kucağına sığmadığı için çalma zorluğu oluyordu. Dört telli de olsa küçük, çocuk udu yaptırmak istiyordum. Sağ olsun, az evvel de söylediğim arkadaşımız Mustafa Copçuoğlu, istediğimiz gibi bir ud yaptı. Şu an elimizde o ud.

(Röportajın tamamı için Karabatak Dergisi, 48. sayıya bakabilirsiniz.)

 


 

Bugünün Söyleşileri KATEGORİSİNDEN...

ihsan-kabil-887

Sinema Yazarı ve Eleştirmeni İhsan Kabil

Dünya sineması arasında, İran sinemasının çok güçlü bir yeri var şüphesiz. İran, bu gücü neye borçlu? İran sineması, devrimden sonra üzerine entellektüelce günlerce kafa yorduğu biçim ve içerik tartışmalarından sonra, 1980’lerin ilk yarısından itibaren kendi dilini kurarak kimlik sorununda önemli bir mesafe kaydetmiştir.

DETAY...

feriduddin-aydin-25670

Feridüddin Aydın

Türkiye’de 1980’li yıllara döndüğümüzde İslamcı kesimin bir tercüme atağında bulunduğunu görüyoruz. O dönemin tercümelerini ve mezkûr girişimi nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu sorunuza cevap verebilmem için konunun özüne girmeden önce bir açıklama yapmam gerekiyor. Çünkü günümüz Türkiye’sinde korkunç bir din ve düşünce anarşisi yaşanmaktadır. Hemen hiç kimse İslam ile Müslümanlık arasındaki uçurumun farkında değil. Milyonlarca insan, mü’min olmak ile dindar olmak arasındaki farkı da bilmiyor.

DETAY...

prof-dr-nurhan-atasoy-76486

Prof. Dr. Nurhan Atasoy

Herhangi bir insanın işini sevmesini aşkın bir şey öğrendik sizin hakkınızda. Fotoğraf makinesi almak için babanızdan kalan evi satmışsınız, doğru mu bu? Evet, sattım doğru. Bir daire sattım, o zaman Bostancı’da idik. Üniversite kütüphanesinde Abdülhamid albümleri vardır. Dokuz yüz albüm var orada. Otuz beş bin, otuz altı bine yakın fotoğraf var o albümlerin içinde.

DETAY...

prof-dr-bilal-kemikli-874

Prof. Dr. Bilal Kemikli

“Ölmeyip İsa gök’e buldu yol/Ümmetinden olmak için idi ol” Süleyman Çelebi’nin Vesîletu’n-Necât’a bu beyitlerle başladığına değiniyorsunuz. İslam bize, yüzünü görmediğimiz bir Peygamberi sevmenin binlerce yolunu öğretti. Vesîletu’n-Necât, bu sevginin somutlaştırılmış nadide bir örneği olarak sünnet-i seniyyeyi bize nasıl anlatıyor? Evet, sevgi kulaktan başlar derler, bu doğrudur. Bize sevdiğimizi aşkla, muhabbetle anlatanlar, onu daha çok sevmemize vesile oldular. Bu bakımdan Vesîletü’n-Necât’ın toplumumuzda inşa ettiği sevgi, başlı başına bir konudur.

DETAY...

2024. Copyright © Rahşan Tekşen.

Avinga | XML