Rahşan Tekşen

ANA SAYFA  »  RÖPORTAJLAR  »  Bugünün Söyleşileri   »  Sinema Yazarı ve Eleştirmeni İhsan Kabil

Sinema Yazarı ve Eleştirmeni İhsan Kabil

İhsan Kabil
İhsan Kabil

İhsan Kabil
İhsan Kabil

İhsan Kabil

İhsan Kabil
İhsan Kabil

Dünya sineması arasında, İran sinemasının çok güçlü bir yeri var şüphesiz. İran, bu gücü neye borçlu?

İran sineması, devrimden sonra üzerine entellektüelce günlerce kafa yorduğu biçim ve içerik tartışmalarından sonra, 1980’lerin ilk yarısından itibaren kendi dilini kurarak kimlik sorununda önemli bir mesafe kaydetmiştir. Bu sabahlara dek süren tartışmalardan ortaya çıkan sonuçlar, devrimden önce bizim Yeşilçam anlayışımız gibi ana gövde olarak avantür, melodram ve komediden oluşan Farsi sinema anlayışının dışında, şiddet ve açıklık görüntülerini oto-kontrole tabi tutarak, yeni siyasi sistemi de direkt olarak karşısına almayan her türlü düşünsel parametreyi dile getirebilen bir sinema dili olarak tezahür etti. Bu yeni normlarla kimlik sorununu önemli ölçüde halletmiş bir şekilde dünya film festivallerinde hemen dikkat çekmeye başlayan filmler önemli ödüller kazanmaya başladılar. Bir kere temeli bu şekilde kurmaya ve oturtmaya başladıktan sonra İran sineması yükselişe geçmeye başladı. Yerli film yapımını teşvik eden, destekleyen ve dünya sinemasına açılmasında büyük bir rol oynayan Farabi Sinema Vakfı’nın kurulması da 1980’lerin ortasına doğrudur. Ayrıca ülkenin her tarafında açılan genç sinema dernekleri, 8mm ve 16mm kameralarla ve laboratuarlarla gençlere büyük bir imkân sağlamış, ülkenin her yanından sinemaya meraklı gençlerin yetişmesine yol açmıştır. İran sinemasının iç anlatım dinamiklerine baktığımızda, İran kültürünün bir izdüşümünün görsel olarak bu filmlere adeta nakşedildiğini görürüz. İran kültürü, İslam öncesi de dâhil olmak üzere ikibinbeşyüz yıllık kültürlerine ama olumlu ve yapıcı yanlarını benimseyerek sahip çıkmış, süreç içinde geniş bir İslamiyet dönemi, ondokuzuncu asır sonu-yirminci asır başları Batılılaşma ve modernleşme dönemi ve 1979’dan itibaren İslam devrimiyle gelenek kesintiye uğramadan, alfabe değişmeden, gelenek yenileşerek devam ettirilmek suretiyle bir kültürel devamlılık temin edilerek hayatiyet sağlanmıştır. Bu süreklilik içinde İran kültürü içinde yoğrulan yönetmen ve senaristler, genel olarak İranlı sinemavılar, destanlardan oluşan sözlü ve yazılı edebiyatı, Sadi, Firdevsi, Hafız, Mevlana gibi şairleri, İran resmi olan İran minyatürlerini, İran musıkisini ve modern tiyatronun temeli olan Kerbela temsillerini kültürel formasyonlarında içselleştirmişlerdir. Aynı biçimde, yedinci sanat olması hasebiyle sinema da diğer sanatları mezcetmek suretiyle, İran sineması da İran kültürünü oluşturan destan, şiir, minyatür, ve taziye formlarını yetkin bir şekilde diline sentezlemiş, zengin bir sanat formu olarak seyircinin teveccühünü kazanmıştır. Dolayısıyla bir İran filmi kadrına baktığımızda, kendinden önceki sanat dallarından ayrı biricik olan sinema dilinin imge dünyasıyla bezenmiş destansı, şairane, minyatür estetiğinde ve taziyenin yol açtığı hüzün temelinde bir görsel dünyaya tanıklık edebiliriz. Ayrıca, bu yeni anlatım formunda, hayatın gerçeklik boyutunun yanında hikmet ve irfanla yoğrulmuş manevi bir boyutun bizi aşkın olana yükselten imgelem atmosferine yükselebiliriz.

...

Siz İhsan Kabil olarak, bunca müktesebatın ve emeğin ardından, bir filmi değerlendirirken öncelikle nelere dikkat ediyorsunuz?

Öncelikle filmin konusuna yani ne anlattığına bakarım; insanı nasıl değerlendiriyor, hangi zihniyet dünyasına sahip, nasıl bir insan ve toplum tasavvuru var, maddi dünyanın gerçekleri yanında metafizik olana da açılıyor mu? Öte yandan, hayatı olduğu gerçekliğiyle alıp insan ruhunu rencide edecek şiddet ve açık görüntülere yer veriyor mu yoksa bundan sakınıp belli sembol, mecaz, çağrışım, anıştırma ve dolayımlamalarla mı onlara yaklaşıyor? Anlatım olarak ticari sinemayla sanat sinemasının bir dengesini kurabiliyor mu; dramaturji ve sinema dili olarak doyurucu mu?

 

(Röportajın tamamı için Karabatak Dergisi, 63. sayıya bakabilirsiniz.)

Bugünün Söyleşileri KATEGORİSİNDEN...

udi-necati-celik-88490

Ûdî Necati Çelik

Talebe ne kadar yükselirse hoca o kadar yükselir, demiştiniz. Buradan yola çıkacak olursak hoca-talebe ilişkisini geçmişten bugüne değerlendirmenizi istesek, neler söylersiniz? Bize öyle öğrettiler. Hoca, talebenin başının üzerindedir. Talebe yükselirse, hoca da yükselir. Hocalık çok vebal isteyen bir iş. Benim burada söylediğim bir söz, doğru ya da yanlış, mutlaka yerini buluyor. Yanlış bir söz söylediğin zaman, bir çocuğun yanlış bir şey öğrenmesine sebep oluyorsun.

DETAY...

muzehhibe-gulbun-mesara-26494

Müzehhibe Gülbün Mesara

Fakat Süheyl Ünver’in o zengin ve çeşitli arşivi birkaç parçaya bölünmüş durumda. Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi’nde iki bin defteri olduğunu biliyoruz. Tarih Kurumu’nda ve Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde yine hatırlı sayıda defter, resim ve belgeleri mevcut. Keza sizin şahsî arşivinizde… Süheyl Ünver’in arşivini bir araya getirmek niyetiniz veya girişiminiz oldu mu? Günümüz Türkiye’si bu kıymetin farkında mı? Doğru, babam Süheyl Ünver’in sağlığında kendi kararı ile bazı kurumlara bağışladığı el yazmaları ve arşivi, şu haliyle parçalanmış bir koleksiyon durumunda.

DETAY...

kanuni-bekir-reha-sagbas-47488

Kanunî Bekir Reha Sağbaş

Bakmak ile görmek arasındaki fark, duymakla dinlemek arasında da var. Bu durumda televizyon neyi kaldırdı ortadan? Müzik dinlemenin sihrini...TRT’nin kurulduğu ilk yıllardan; daha birinci kanaldan bahsediyorum. Çok uzun sürmeden ikinci kanal açıldı ki TRT’nin ilk programlarında ben de vardım.

DETAY...

prof-dr-hasan-akay-96487

Prof. Dr. Hasan Akay

Size göre yazmak nedir? Bir ifade biçimi, bir ihtiyaç, bir kaçış… Yazmak, sıraladığınız -ve ucunu açık bıraktığınız- maddelerin her biri için ayrı ayrı geçerli olabileceği gibi, hepsini (çünkü bunlar birbiriyle çelişen hususlar değildir) aynı anda kapsayan bir eylem de olabilir. Ancak tek kelimeyle söylemek gerekirse, diyebiliriz ki yazmak, bir varoluş biçimidir.

DETAY...

2024. Copyright © Rahşan Tekşen.

Avinga | XML