ANA SAYFA » RÖPORTAJLAR » Geçmiş Zaman Söyleşileri » Fyodor Dostoyevski
Sizin hayalle aranız nasıl?
Hayal kurmayı ne kadar ilerlettiğimi bilemezsiniz. Artık aslı olmadığı halde sadece ruhumu biraz olsun dinlendirdiği için eski günlerin, kısır, saçma hayallerimin yıl dönümlerini kutluyorum. Hayalini kurabileceğim bir şeyler yaşamadığım [zamanlar] hayalini kurduğum şeylerin hayalini kuruyorum. Daha önce gezip mutlu olduğum yerleri unutmuyor, oralara defalarca gidiyorum. Şu ana geçmiş günlerin anılarını katmak için bir gölge gibi sessiz ve üzgün, bir o kadar da kederli, aylak aylak dolaşıyorum bu şehirde. O sırada aklıma neler neler geliyor.
Örneğin, tam bir yıl önce aynı gün aynı saatte aynı kaldırımda gene üzgün üzgün dolaştığımı hatırlıyorum. Eski hayallerimin hiç de iyi olmadıklarını bildiğim halde yakama yapışan karamsarlıklardan kurtulmak için eski günlerde hiç yoksa daha huzurlu olduğumu, o anda canımın sıkılmasına neden olan sıkıntılarımın o zaman daha başta olduğunu düşünüyorum. Zaman zaman kendime “Hayallerin nerede?” diye sorarım. Ama hemen başımı sallayıp “yıllar ne kadar çabuk geçiyor!” demekten başka bir çıkar yol bulamam. Bu sefer de aklıma başka sorular gelir... (Bir süre susuyor.)
Ne gibi sorular?
“Bunca yıl ne yaptın?”, “Hayatının en iyi yıllarını hangi mezarlığa gömdün?”, “Gerçekten yaşadın mı, yoksa yaşadığını mı sanıyorsun?” İçimden hemen başka bir ses konuşmaya devam eder. “Çevrendeki her şey nasıl da değişiyor. Bak, birkaç yıl daha geçsin, yalnızlıkla birlikte titreyen bir bastonla karşılaşacaksın.” Ondan sonra da büsbütün umutsuzluk, üzüntü ve bezginlik... Bir gün hayal dünyamın yaprakları sararıp dökülecek ve dünyam tamamen yıkılmış olacak. O zaman hem yapayalnız kaldığım için hem de özleyeceğim bir şey olmayacağı için hayıflanacağım. Çünkü yitirdiğim şey sadece sıfır kadar büyük hayallerim olacak.
Hissettiğiniz acılardan, kimi zaman içinde bulunduğunuz çelişkilerden edebî anlamda besleniyorsunuz da... Bunların sizin nazarınızda bir derinliği olmalı.
Elbette bütün bunların bir derinliği var. Mesela ne aşklar yaşadım hayallerimde. Güzel ve yüce şeylere dalarak... Bunlar yeryüzünde asla bulunmayan, hayalî sevgilerdi. Ama bana yetiyor, sonradan gerçek bir sevgi duymama da ihtiyaç bırakmıyordu. Her şeyi tatlı bir tembellikle sanata bağlıyordum. Sağdan soldan, şairlerden, romancılardan kaptığım mükemmel yaşam sahnelerini, istediğim gibi değiştirerek hayallerimde ben de yaşıyordum.
[Aslında] hayal dünyasında üç aydan fazla yaşamaya dayanamıyor, sonunda insanlara karışmak için büyük bir istek duyuyorum. Çünkü bazen hayallerim, bir insanla kucaklaşmak isteyecek kadar mutluluk veriyor.
Röportajın tamamı için:
https://www.fikircografyasi.com/makale/celiskilerin-ve-hayallerin-yazari-dostoyevski-ile-soylesi
Rasim Özdenören'le Yalnızlık ve Yazmak Üzerine Sohbet Kendini yazar olarak gören kimse, kendisini yazıyla ifade etmediği zaman kendini görevini ifada ihmale düşmüş biri olarak görüyorsa, bence o kişiye yazar dememiz gerekiyor.
Bir kitabı okurken “Ne güzel kitap!” diyoruz. “Yazar da tıpkı benim gibi düşünmüş.” diyoruz. Okurun bu heyecanı, yazarla aynı frekansta buluştuğunu, yazarın söylemek istediklerini anladığını mı gösterir sizce? Yanlış, şöyle dememiz gerekir: “Bunu daha önce hiç düşünmemiştim, ama galiba doğru.” Yahut, “Belki şimdi anlayamıyorum, birkaç gün sonra anlarım.” Önce teslimiyet, anlamak cehdi. Yazarın gerçekten değeri varsa, bir hamlede kavrayamazsınız. Söylemek istediklerini bütünü ile söyleyemez yazar, söylemek de istemez. Gizler, istiarelere başvurur.
Na’t şiirin neresinde duruyor? Peygamber nasıl insanın ufkuysa, na’t da şiirin ufkudur. Na’t, insanın, insanı, kendini Peygamber’de araması, gerçeği onun çevresinde dolaşarak bulmaya çalışması, ona yaklaşmaya çalışarak yaradılışın sırrına erileceğini idrak edişidir.