Rahşan Tekşen

ANA SAYFA  »  KEŞKÜL  »  Çeviriler   »  Hamza'nın Katili

Hamza'nın Katili

Hamza'nın Katili
Hamza'nın Katili

Necip el-Kıylânî
Necip el-Kıylânî

1.Bölüm, 1.Sayfa
1.Bölüm, 1.Sayfa

1. BÖLÜM

Dünyayı çepeçevre saran koyu bir gece, Mekke’yi ve vadilerini örttü siyahlığıyla. Sadece birkaç yıldızın kendini gösterebildiği bu karanlık gecede evler, ne olduğu belli olmayan bir yığın gibi gözüküyordu. Sessizlik dört bir yanı sarmıştı; altında heyecanlar, kökleşmiş kinler, isyan ve inada bulanmış tehlikeli ümitler yatan sahte bir sessizlik... Yarın intikam günüydü. Kureyş’in, Allah’ın Rasulü Muhammed’den intikamını almak için içindekileri kusacağı gün... Bedir’i unutmamıştı Kureyş. Müslümanların birçok Mekkeli kahramanı öldürdüğü ve çoğunu da esir aldığı o ebedî savaşı…

Karanlığın koynunda, Mekke’nin dışında bir yerlerde, gözlerden uzakta, genç bir adam ve genç bir kız baş başa oturuyordu. Adamın zaman zaman dalıp gitmesinden endişelenen genç kız sordu:

-Neyin var Vahşi?

-İçimde fırtınalar kopuyor.   

-Niçin hayatı biraz hafife almıyorsun? Bak, birlikte ne güzel vakit geçiriyoruz. Fakat sen bu anları her zaman zehir ediyorsun.

Karanlıkta gözleri parlayan adam, siyah yüzünü kıza çevirdi:

-Biz köleler yeryüzündeki en zavallı varlıklarız. Hayatlarımıza baksana; perişan, karmakarışık... Zillet, keder ve hüzün üzerine kurulu. Mutluluk sadece duyduğumuz ama asla erişemediğimiz, hissedemediğimiz bir kelime. Hâl böyleyken bana hayatı hafife almaktan, eğlenmekten bahsetme.

Kız, adamın kuvvetli kollarını kavradı ve masumane bir tavırla:

-Yazıklar olsun! Beni düşün bir kere. Efendimin evinde yaşıyor, çalışıyor, uyuyor, yiyor ve içiyorum. Hatta seninle birlikte olabilmek için kaçamak bile yapabiliyorum. Ben bu hâlimden memnunum. Çünkü bunun için yaratıldım. Benim gibi bir köle niçin daha fazlasını istesin ki?

Adam, hem alaycı hem de kin dolu bir kahkaha attı:

-Hürriyet!

-Hürriyet mi? Tuhaf tuhaf konuşma! Hürriyet, bizim gibilerin sırtında taşıyamayacağı bir yük. Bir lokma için onca gayret sarf edeceğiz de ne olacak? Hem düşman kazanacağız hem de küçümseneceğiz. Oysa efendilerimiz bizleri himaye ediyor, bizlere yiyecek ve içecek veriyor ve geleceğimizi garanti altına alıyor.

Vahşi, hasretle içini çekti ve endişeli gözlerle simsiyah ufukları süzmeye başladı. Umutsuzca baktı uzaktaki yıldızlara ve başını sallayarak:

-Peki, ya efendin gecenin bu saatinde, bu karanlıkta, benim gibi aşağılık bir köleyle buluşmak için dışarı çıktığını bilse yine de sevgi gösterir miydi sana?

Sevgi kelimesi şefkatle kızın kalbine dokundu ve kız bu kelimeyi duyduğuna sevindi:

-Biliyorum, kırbacıyla sırtımı alev alev yakacak. Ama ben senin için en şiddetli acılara katlanmış olmaktan dolayı son derece mutlu olacağım. Anlıyor musun Vahşi, senin için!

Birbirlerine deliler gibi âşıktılar. Kız, parmaklarını adamın boynunda ve çıplak kollarında gezdirmeye başladı. Fakat adam, birden kızın ellerini öfkeyle itti:

-Bu hayattan nefret ediyorum. Her şeyden; insanlardan, hayvanlardan, efendilerden, kölelerden, Mekke’den ve Medine’den… Tüm bunları sevdim de ne oldu? Sadece küçümsendim, sadece hakaret gördüm. Bundan sonra benim de onlara vereceğim yalnızca kin ve öfke olacak!

Adamın bu davranışı, kızı incitmiş ve onun canını sıkmıştı:

-Sana iyilik yapan insanlara karşı böyle duygular beslemen yanlış değil mi?

Adam, kızın zayıf kollarını sertçe tuttu ve hiç acımaksızın onu sarsarak:

-Doğru ve yanlış diye bir şey yok hayatta. Hayat, güç ve para demek. Ne kölelerin ne de zayıf insanların canı var! Anlıyor musun aptal kadın, bizler ölüyüz! Koyunlar, develer ve eşekler dahi sahiplerinden ilgi görürken bizler onların nazarında neyiz? Ne insan olma şerefine nail olabiliyoruz ne de hayvanlar kadar şanslı.

Bu sert sözler karşısında kızın başı döndü. Son zamanlarda sevdiği adamın ağzından çıkanlar, çok tuhaf ve tehlikeli sözlerdi. Artık aşktan ve kahramanlıktan söz etmiyor; bilâkis kızın hoşuna gitmeyecek, güzelim hayallerini ve anılarını silip süpürecek şeylerden bahsediyordu. Ona ne oldu? Ya dünyaya? Muhammed geldi geleli insanlar bir kargaşa içindeydi. Düşünceler çatışıyor, kılıçlar kınından çıkıyordu. Sebep Muhammed miydi? Off… Neredeyse kız da bu günlerde insanların zihinlerini meşgul ettikleri meselelere dalıp gitmek üzereydi. Oysa o, bunları konuşmak için değil, tatlı sözler duymak ve toz pembe hayaller kurmak için gelmişti. Neden sonra kız daldığı düşüncelerden sıyrılıp Vahşi’ye:

-Bana aşktan söz et.

Vahşi dalga geçerek sordu:

-Ya aşktan sonra?

-Hiç… Sadece aşk…

Adam önce ayaklarını uzattı, sonra kıvırcık saçlarını ve kısa sakalını karıştırdı. Ardından:

-Efendimiz, ikimizin arasında olup bitenleri bir öğrense, hayallerimizi darmadağın eder ve bizi sonsuza dek birleşmemecesine ayırırdı. Bunu hiç düşünmüyor musun?

-Henüz olmayan bir şeyi ne diye düşüneyim?

-Karıncalar bile kış gelmeden yiyeceklerini biriktirirler.

-Efendimizin evinde bol bol yiyecek varken ne diye kıştan korkalım ki?

Vahşi hiddetle bağırdı:

-Efendin kıştan da beter!

Birkaç dakika sonra kız:

-Bir gün şöyle düşünmüştüm: Allah, muhakkak bize, bizi efendilerimizden satın alıp serbest bırakacak ve hürriyetimizi geri verecek bir elçi gönderecek. Bugün Muhammed ve arkadaşlarının yaptığı da bu değil mi? Bilâl’i efendisinden alıp serbest bırakmadılar mı? Az çekmedi Bilâl… Ama şimdi bak, nasıl da hür bir insan olarak dolaşıyor, üstelik gelecek kaygısı da taşımıyor.

Vahşi, ayağa fırladı ve bağırdı:

-Bana ondan söz etme!

-Neden?

-Çünkü ondan nefret ediyorum. Sen de dönüp dolaşıp istikbalden, hürriyetten, daha da kötüsü Muhammed’den bahsedip duruyorsun.

-Afedersin, haklısın. Efendimizin amcası Bedir’de öldürüldüğünden bu yana, Muhammed hakkında alenen konuşamıyoruz. Peki Bilal’in Bedir’de Kureyş’in ileri gelenlerini öldürdüğü doğru mu? Tuhaf değil mi bu?

Vahşi, tek kelime dahi etmedi. Aklı fikri, Cübeyr b. Mut’im’in ona söylediklerindeydi:

-Vahşi, mızrak kullanmada ne kadar yetenekli olduğunu ve isabet aldığın hedefin asla şaşmadığını çok iyi biliyorum. Mekkeliler de biliyor senin ne kadar yiğit olduğunu. Hepsinin  farkındayım. Bence takdir edilmeye, sevgi duymaya ve hür olmaya layıksın. İstersen kendi kendinin efendisi olabilir, hatta memleketin Habeşistan’a dönebilirsin. Tabiî senin bileceğin şey, istersen Mekke’de de kalabilirsin. Ama önce, bizi birbirimize bağlayan kutsal bir anlaşmadan söz edelim. Evet, sen ailemden biri gibisin ancak her şeyin bir bedeli var. Bu bedeli ödediğinde, yeryüzündeki en değerli, en kıymetli şeyi elde etmiş olacaksın. Hayatın kanunu böyle. Bedir Savaşı’nda amcam Tuayme b. Adiy’in, Muhammed’in adamları tarafından öldürüldüğünü biliyorsun. Hatta onu öldürenin Muhammed’in amcası Hamza olduğunu da... Sana yemin ediyorum Vahşi, eğer Hamza’yı öldürürsen sana hürriyetini ve istikbalini temin edecek her şeyi vereceğim. Bu, hayatın boyunca eline geçebilecek tek fırsat. Ne diyorsun?

Vahşi, bu sözleri uzun uzun düşündü. Peki, hayatının zillet içinde geçen dönemini unutabilecek miydi? Ya köle tacirine verildiği günü… Tacirin, sağını solunu kontrol etmek için onu evirip çevirdiği anı… Unutabilecek miydi ne kadar ucuz bir pahaya satılışını? Hayır! Daima hatırlayacaktı. Az da olsa canına can katan, ona güven veren şu meltemi de hatırlayacaktı. Yanı başında oturan sevgilisini, efendisi Cübeyr b. Mut’im’in hürriyet vadeden sözlerini…

Bu konuşmanın ardından, birbiriyle çelişen onlarca düşünce gelip geçti zihninden. O, her zaman hürriyet hayalleri kuran ve bu yüzden diğerlerine asla benzemeyen bir köleydi. Muhammed, davetiyle geldiği gün nasıl da çarpmıştı kalbi… Hemen ona gidip iman etmeyi düşünmüştü. Ama böyle davranırsa, efendisi Cübeyr’in onu sağ bırakmayacağını çok iyi biliyordu. Onun öfkesini ve Muhammed’e olan kinini de… Hem hayatını hem de hürriyetini kaybetmek korkusuyla beklemeyi yeğledi. Ve şimdi efendisinin ondan istediği bedel… Deliler gibi bağırdı Vahşi:

-Efendim! Bana hürriyeti vaat etmiş olmasanız da amcanızın intikamını almak boynumun borcudur. Emirlerinizi yerine getirmekte bundan evvel kusur etmediğim gibi şimdi de kusur etmeyeceğim. O talihsiz günden beri duyduğumuz utancın verdiği acıyla mızrağımı Hamza’ya öyle bir saplayacağım ki yerinden bile kalkamayacak!

Cübeyr ile Vahşi arasında geçen bu konuşma, hiç de kolay olmamıştı. Vahşi, hürriyete giden yolun ne kadar zor ve meşakkatli olduğunu kabullendikten sonra yeniden doğmak ve hürriyetine kavuşmak için ne olursa yapabileceğine karar verdi. Yıllar, içini acıyla doldurmuş artık gözlerinden bile kin fışkırır olmuştu. Kırbaç sesleri ve korkunç çığlıklardı simsiyah hayallerine karışan.

Dünyanın canı cehenneme, diye geçirdi içinden. “Lânet olsun Cübeyr’e de amcasına da! Kim varsa yeryüzünde lânet olsun! Kaybettiğim hürriyetimi arıyorum ben! Hür olarak doğmuşsam annemden, onu kaybetmem için mantıklı bir sebep söyleyin bana!” Vahşi için doğru ve yanlışın, hak ve batılın, hayır ve şerrin belli bir anlamı yoktu. Yanlış, batıl ve şer kelimeleri aynı anlama geliyordu onun zihninde. O, sadece bir köleydi. İlkelerin ve fikirlerin çatışması, tartışmalar, savaşların çıkması, yenilen insanların devrilmesi, Allah ve şeytan, cennet ve cehennem, küfür ve iman hakkında söylenenlerin çoğalması onu uzaktan yakından ilgilendirmiyordu. Etrafı, aşılması imkânsız dikenli duvarlarla çevrili; dar, karanlık ve kederli bir dünyası olan bir köleydi Vahşi. Ve şimdi karşısında, onu hayata ve ışığa kavuşturacak kapının anahtarını kendisine vermek için bekleyen bir gardiyan vardı. Ondan istediği bedel ne olursa olsun, bunu reddedebilir miydi? Tüm bu düşünceler, alıp götürmüştü Vahşi’yi. Neden sonra sevgilisinin sesi ve iteklemesiyle kendine geldi. Kız:

-Neyin var? Uykun mu geldi Vahşi?

-Hayır, uykum yok. Ama göreceksin, hürriyetimi geri alacağım.

Kız şaşkınlıkla:

-Ne dediğini kulakların duymuyor galiba, iyice saçmalıyorsun.

-Birkaç gün sonra Muhammed’e karşı savaşmak üzere Kureyş’le birlikte yola çıkacağım.

-Ne demek istediğini anlamıyorum.

-Bambaşka biri olarak döneceğim savaştan.

-Vahşi!

-İstediği zaman yiyip istediği zaman uyuyan, istediği zaman kalkan ve canı ne isterse onu yapan biri olacağım.

-Ateşin mi var senin?

-Çocuklarımız hür olacak. Efendilerinin bağırtılarıyla yerinden sıçramayan, utançtan uykuları kaçmayan, hakarete uğramanın acısı altında ezilmeyen çocuklarımız…

Gitgide şaşkınlığı artan kız:

-Nasıl?

Vahşi gözyaşlarıyla ıslanan ve heyecandan gerilen yüzünü çevirdi, mızrağını kaldırdı ve:

-İşte bununla! Hürriyet verilmez, alınır. Kanla alınır. Kimin kanı olursa olsun; ister şerefli birinin ister şerefsiz.

-Zavallım, saçmalıyorsun. İçindekileri çok korkunç bir dille ifade ediyorsun. Nedir bu başımıza gelenler? Söylediklerinden hiçbir şey anlamıyorum.

Çeviriler KATEGORİSİNDEN...

ibersitan-761

İberistân-ı Almânî

Ahmet Efendi’nin şehrin dışında büyük mü büyük, güzel mi güzel bir bahçesi vardı. Bir de Mazhar adında nur topu gibi mini mini bir oğlu… Mazhar ne zaman bahçeye gelse çiçekleri hayran hayran izler, onlara baktıkça mutluluktan uçardı. Babası oğlunun bu ilgisini fark etti, ona kendi çiçeklerini yetiştirebileceği bir sürpriz hazırlamayı düşündü. Bahçesinin içinde oğluna küçük bir yer verecek, oraya çiçekler dikecek ve bundan böyle Mazhar’ın kendisine ait bir bahçesi olacaktı. Hemen işe koyulmaları için bahçıvanları çağırdı. Oğlunun bahçesi bir an önce tırmıklanıp bellenecek ve çiçeklerle süslenecekti.

DETAY...

akillilar-kitabi-780

Akıllılar Kitabı

Oğlum, Allah’tan kork ve O’na itaat et. Koyduğu yasaklardan sakın, sünnetine tabi ol, yoluna bıraktığı işaretlere dikkat et ki noksanlarından kurtulasın ve gözün aydın olabilsin. Bilesin ki en ufak bir şey dahi O’ndan saklanamaz. AKILLILAR KİTABI (Ravdatu’l-Ukalâ ve Nuzhetu’l-Fudalâ) EBÛ HÂTİM MUHAMMED BİN HİBBÂN EL-BUSTÎ

DETAY...

2024. Copyright © Rahşan Tekşen.

Avinga | XML