ANA SAYFA » KIRK BİR KERE İSTANBUL » Kırk Bir Kere İstanbul'dan Seçmeler » Haydarpaşa Garı
YARIMADA
...
1900’lü yıllar. Hatta tam da 1900. Yıllardır zihninde mukaddes bir emanet gibi muhafaza ettiği arzusuna biraz daha yaklaşmıştı Abdülhamid. Onun arzusu, İstanbul’dan Hicaz’a yapılan yolculuğun aylarca sürmesine, yolculukları çileye çeviren susuzluk, hastalık ve baskın korkusuna çare bulmaktı. Onun asıl arzusu, İstanbul’u Mekke ve Medine’ye sağ salim kavuşturmak ve rayların denize değdiği yere bir gar binası inşa etmekti. Velhâsıl, Cenab-ı Hakk’ın avn ü inayeti ve Rasul-i Ekrem Efendimiz’in imdad-ı rûhaniyyetine müsteniden [evvelâ] hattı mezkûrun inşası içün emir verdi ve inşaatı başlattı.
Abdülhamid, gözünü esirger gibi sakındı Hicaz Demir Yolu’nu. Öyle ki inşaatta çalışacak işçilerde secdeye değen alınlar, göğe bakan eller aradı. Hattın toprağına düşecek bir damla gayr-i müslim terinden mümkün olduğunca imtina etti. İslâm ülkelerinin desteğini bu titizlikle istedi. Onların yardımına muhakkak ihtiyacı vardı, zira Şam’dan kalkıp Hicaz’a doğru yol alacak bir tren için yüzlerce köprü yapılacaktı. Menfez, yatakhane, tünel, imalathane, fabrika, dökümhane, hastane, su deposu ve her şehirde bir istasyon. Abdülhamid’in talebine rikkatle icabet etti Hindistan, Mısır, İran, Fas, Güney Afrika… Yetmiş iki saate inen bir yolculuk için sekiz yıl nazı çekilen Hicaz Demir Yolu, o günkü İslâm dünyasının attığı muazzam bir imzaydı yeryüzüne.
...
Metnin tamamı için: Kırk Bir Kere İstanbul, Şule Yayınları, 2013, sf. 75-81.
Loti, çok eski ağaçlardan mürekkep bir ormandan mermer beyazlığı ile çıkan mukaddes cami ve sonra muzlim renkler taşıyan ve içine mermer parçaları serpilmiş cesim mezarlıkları ile bir ölüm şehri olan hazin tepeler, diye tarif eder Eyüp sırtlarını.
Bunca güzellik mabetten çok müzeye çevirmiştir Rüstem Paşa Camii’ni. Seyyahları hiç eksik olmaz. Her gün yüzlerce göz süzülür kubbeden payelere. Flaşlar duvarların, çiniler seyyahların gözlerini kamaştırır. Uzak diyarlardan sırf çinileri görmek için gelen gözleri… Ömründe hiç mavi görmemiş bir delikanlı girer cümle kapısından. Elinden tutan beyaz âsâsı mihraba kadar götürür onu. Seyyahlar bir bir terk ederken camiyi, o secdeye kapanmış vazodaki menekşelerin kokusunu çekmektedir içine.
Bir gelenek daha vardı ki bu da Bedesten’in yüzünün her sabah duayla yıkanmasıydı. Kuyumcular Kapısı’nın arkasından “Buyurun duaya!” diye gürleyen ses, kapı kapı bütün dükkânları dolaşır, bir çırpıda muhafızlar dolabının önüne toplardı esnafı. Sultanın ve askerin selâmetine dua, gelmiş geçmiş esnafın ruhlarına rahmet niyaz edilirdi.
Yıl 1754. Aylardan Aralık. Külliyesine altı yıl bağışlayan, Saliha Sultan’dan doğma I.Mahmut, Şehsuvar Sultan’dan doğma kardeşi III.Osman’ın fermanıyla kendi külliyesine değil, Yeni Camii Türbesi’ne defnedildi. Haksızlığı göre göre padişah buyruğu karşısında lâl oldu diller. III.Osman’ın, abisini kendi külliyesine defnettirmemedeki gerçek maksadı, abisinin ölümünden bir yıl sonra anlaşıldı.