ANA SAYFA » KIRK BİR KERE İSTANBUL » Kırk Bir Kere İstanbul'dan Seçmeler » Pierre Loti Kahvesi
HUVEL BAKİ
...
Loti, çok eski ağaçlardan mürekkep bir ormandan mermer beyazlığı ile çıkan mukaddes cami ve sonra muzlim renkler taşıyan ve içine mermer parçaları serpilmiş cesim mezarlıkları ile bir ölüm şehri olan hazin tepeler, diye tarif eder Eyüp sırtlarını.
Eski ağaçlardan mürekkep bir orman, dediği ekseriyetle servi ağaçları dikilmiş bir mezarlıktır. Halbuki servi, rüzgâr estikçe etrafa yayılan güzel kokusu, fırtınalara karşı metaneti, haşeratın üremesine mani olan temizliği, yaz kış yeşil kalıp ebedîliği simgelemesi ve cennet ağaçlarından biri olması hasebiyle tercih edilir mezarlıklarda. Zira mezarlıklar, cennete açılan kapılardır ve bu kapılar, yine cennet ağaçlarıyla süslenmelidir.
İçine mermer parçaları serpilmiş cesim mezarlıklar, Medine’de doğup büyüyen, katıldığı savaşlarda Peygamber’in sancaktarlığını yapan, muhacirden Mus’ab b. Umeyr’e kardeş seçilen, İstanbul muhasarasına katılıp burada vefat eden bir sahabînin makamına komşu olmak isteyen insanların kabirleridir. Hanım sultanlar, saray mensupları, şeyhülislamlar, vezirler, ilim ve sanat ehilleri, halkın her kesiminden yüz binlerce insanın kabri. Peygamber’i aylarca kendi evinde misafir eden Halid bin Zeyd’i İstanbul’da misafir etmenin şerefini, onun makamına yakın olmanın muhabbetini idrak eden biri, Eyüp tepelerini sadece ölüm şehri olarak tarif etmekten içtinab eder.
...
Metnin tamamı için: Kırk Bir Kere İstanbul, Şule Yayınları, 2013, sf. 107-115.
On dokuzuncu asrın Islahat-ı Turûk Heyeti, yol genişletme kararını uygulamak bahanesiyle iki yüz seksen yıllık bir eseri kurban etmekte beis görmez. Kubbesiyle birlikte gövdesinin bir kısmını kesip atıverir. Koca Sinan’ın el emeği göz nuru olduğu tahmin edilen Çemberlitaş Hamamı, bir hilkat garibesi gibi yolun kenarında kalakalır.
Vaktiyle yangın gözetleyip şehri bu afetten haberdar eden kulenin eteğine bir kıvılcım sıçradı on sekizinci asırda. Fark edilene kadar, kızıl renkli bir alev sardı kuleyi. O günkü âfeti beyitlere taşıyan Vahidî, dil-i âşık gibi yandığını söyler kulenin. Yüzü gözü tanınmayacak hâle gelen kuleye III.Selim sahip çıktı ve onu yeniden eski hâline kavuşturdu.
1900’lü yıllar. Hatta tam da 1900. Yıllardır zihninde mukaddes bir emanet gibi muhafaza ettiği arzusuna biraz daha yaklaşmıştı Abdülhamid. Onun arzusu, İstanbul’dan Hicaz’a yapılan yolculuğun aylarca sürmesine, yolculukları çileye çeviren susuzluk, hastalık ve baskın korkusuna çare bulmaktı. Onun asıl arzusu, İstanbul’u Mekke ve Medine’ye sağ salim kavuşturmak ve rayların denize değdiği yere bir gar binası inşa etmekti.
Güneşi bile unutmuş toprak, gül vermeyi öğrenir onun elinde. Saçlarının telleri birbirine karışmış ağaçlar, kendilerine çeki düzen vermeyi… Gözleri de hayran bırakır tekke böylece, gönülleri olduğu kadar. Kapısından misafir eksik olmaz. Yemeğini yemeden, şerbetini içmeden kalkıp giden olmadığı gibi. Bu kapıya gelip de sadakasını almayan bir fakir yoktur. Bu kapıya gelip de duasını almayan bir tek fakir: Vezirler, paşalar, divan erbabı, esnaf, halk…