ANA SAYFA » KIRK BİR KERE İSTANBUL » Kırk Bir Kere İstanbul'dan Seçmeler » Yusuf Paşa Sebili
ŞEHRİN GELİNLERİ
...
Su insanın ayağına geldiği gün, çeşmelerin bir daha hiç konuşmayacağını anladı sakalar. Beyaz sorguçlarını, siyah çizmelerini çıkarıp kaldırdılar tavan arasına. Özene bezene süsledikleri atlarının sırtından kırbalarını indirdiler. Zira hâcet kalmamıştı sokak sokak dolaşıp “Şehidan-ı deşti kerbelâ ervahları için sebiiil!” diye bağırmaya. Hafız-ı taslar, çeşmeleri alınlarından öpüp onları Allah’a emanet ettikleri günden sonra, kimse aklayıp paklamadı hazneyi, kimse kalaylamadı tasları. Kimse su içmeye gelenlere hatırlatmadı, besmeleyle destur almadan çeşmeye uzanılamayacağını. Çeşmenin başında yapayalnız kaldı su yolcuları. Yalağa oturup günlerce bir ayak sesi beklediler. Bekledikleri gelmeyince, onlar da terk ettiler çeşmeleri. Çok geçmeden lüleler söküldü, taslar toplanıp götürüldü meçhûle. Gürül gürül şehre akan su, dağlara geri döndü. Vakıf kâtipleri, su nazırları, sebilciler… Bir bir yalnız bıraktılar çeşmeleri. Kurumuş bir ağıt, kurumuş bir kan gibi.
...
Metnin tamamı için: Kırk Bir Kere İstanbul, Şule Yayınları, 2013, sf. 9-16.
Güneşi bile unutmuş toprak, gül vermeyi öğrenir onun elinde. Saçlarının telleri birbirine karışmış ağaçlar, kendilerine çeki düzen vermeyi… Gözleri de hayran bırakır tekke böylece, gönülleri olduğu kadar. Kapısından misafir eksik olmaz. Yemeğini yemeden, şerbetini içmeden kalkıp giden olmadığı gibi. Bu kapıya gelip de sadakasını almayan bir fakir yoktur. Bu kapıya gelip de duasını almayan bir tek fakir: Vezirler, paşalar, divan erbabı, esnaf, halk…
Kitaplar kadar onları yazan, yazdırtan yahut buraya emanet edenlerin de müşterek korkusudur bunlar. Bu yüzden olacak, kitapların ilk sayfalarına “Ya Kebîkec!” yazardı eskiler. Kebîkec, kitap kurtlarının kendisinden korktukları bir melekti rivayete göre veya kitap kurtlarının şeyhi. İlk sayfada bu nidayı gören gören kurtlar, korkularından ve saygılarından yaklaşamazlardı kitaba.
Bunca güzellik mabetten çok müzeye çevirmiştir Rüstem Paşa Camii’ni. Seyyahları hiç eksik olmaz. Her gün yüzlerce göz süzülür kubbeden payelere. Flaşlar duvarların, çiniler seyyahların gözlerini kamaştırır. Uzak diyarlardan sırf çinileri görmek için gelen gözleri… Ömründe hiç mavi görmemiş bir delikanlı girer cümle kapısından. Elinden tutan beyaz âsâsı mihraba kadar götürür onu. Seyyahlar bir bir terk ederken camiyi, o secdeye kapanmış vazodaki menekşelerin kokusunu çekmektedir içine.
Sekiz köşesi olan semahanenin etrafını iki kat şeklinde mahfiller çevirir. Salonun sonunda kadınlar mahfili, sağda selamlık girişi, üstte hünkâr mahfili, altında dedegân odaları vardır. Bugün müze olarak kullanılan Galata Mevlevîhanesi’nin semahanesi, ilk kez inşa edilen bina olmasa da aynı mekânda ne demlere şahit olunmuştur!