ANA SAYFA » KIRK BİR KERE İSTANBUL » Kırk Bir Kere İstanbul'dan Seçmeler » Rüstem Paşa Camii
KEFARET
...
Sarayın kapıları yeniden açılır Rüstem Paşa’ya. Yeniden vezir-i âzâm olur. Halkın tabiriyle kefaret olsun diye günahlarına Tahtakale’de bir cami yaptırır. Kitabe koydurmaz, tarih attırmaz. Adı sanı geçmesin ister hiçbir yerinde. Ama çinilerin en güzellerini getirtir İznik’ten. Mihrap, duvarlar, fil ayakları, cümle kapısının etrafı… Her birinin nakşı farklıdır. Her birinin havası. Beyaz kayalardan usul usul akan masmavi su olur her bir köşe. Suyun akışına kapılıp giden bir söğüt yaprağı düşer halıya, baş aşağı sarkan lalelerin kokusu siner mabede. Nakkaşların mihraba bıraktığı mavi vazolar sapasağlam durur yerlerinde. Vazolardaki beyaz menekşeler, daha bugün suya konmuş gibi diridir. Pencere kafeslerine yerleştirilen rahleler ellerini açıp beş vakit dua ederler. Secdeye eğilen ihtiyarın dizlerindeki çıtırtı, helezonlar çizer duvarlarda. Bir çocuk, avucundaki Fatiha’yla yıkar yüzünü. İnanan kişiyi sudaki balığa benzetir duvardan yansıyan bir yazı. İnanmayanı kafesteki kuşa…
Bunca güzellik mabetten çok müzeye çevirmiştir Rüstem Paşa Camii’ni. Seyyahları hiç eksik olmaz. Her gün yüzlerce göz süzülür kubbeden payelere. Flaşlar duvarların, çiniler seyyahların gözlerini kamaştırır. Uzak diyarlardan sırf çinileri görmek için gelen gözleri… Ömründe hiç mavi görmemiş bir delikanlı girer cümle kapısından. Elinden tutan beyaz âsâsı mihraba kadar götürür onu. Seyyahlar bir bir terk ederken camiyi, o secdeye kapanmış vazodaki menekşelerin kokusunu çekmektedir içine.
Metnin tamamı için: Kırk Bir Kere İstanbul, Şule Yayınları, 2013, sf. 67-74.
Su insanın ayağına geldiği gün, çeşmelerin bir daha hiç konuşmayacağını anladı sakalar. Beyaz sorguçlarını, siyah çizmelerini çıkarıp kaldırdılar tavan arasına. Özene bezene süsledikleri atlarının sırtından kırbalarını indirdiler.
1980’de Sahaflar Çarşısı yeniden tanzim edildi. Dükkânların üzeri kapatıldı, avluya taşlar döşendi, ortaya küçük bir bahçe yapıldı ve çeşme kondu. Sahaflar, sadece ders kitapları, testler, hediyelik eşyalar satan bir kitap çarşısı olarak idrak edildiği günden beri de içi çıkarılmış bir cevize döndü.
Vaktiyle yangın gözetleyip şehri bu afetten haberdar eden kulenin eteğine bir kıvılcım sıçradı on sekizinci asırda. Fark edilene kadar, kızıl renkli bir alev sardı kuleyi. O günkü âfeti beyitlere taşıyan Vahidî, dil-i âşık gibi yandığını söyler kulenin. Yüzü gözü tanınmayacak hâle gelen kuleye III.Selim sahip çıktı ve onu yeniden eski hâline kavuşturdu.
Üzerime tek bir harfin, tek bir nakşın emanet edilmediği avare bir kâğıttım. Ak paklığımdan olacak, adam olur, dediler benim için. Biraz renk gelsin diye yüzüme, dağlardan toplanmış envai çeşit çiçeği kaynatıp suyuyla cismimi, kokusuyla ruhumu yıkadılar. Ömrüm uzun, yüzüm aydın olsun için aharladılar. Kendi güzelliğime âşık olup kibirlenmeyeyim diye, mühreyle bir güzel dövüp ıslah ettiler.