Rahşan Tekşen

ANA SAYFA  »  KİTAPLIĞIM  »  EDEBİYAT AİLEM   »  Ali Murat Binark

Ali Murat Binark

Babamın Makineleri
Babamın Makineleri

KAMUFLAJ

        Bazen ne kadar çabalarsan çabala kötü olursun. Bu yüzden kendinden nefret edersin ve nefret ettikçe daha kötü biri olursun. Bazen biri bile olamazsın. Ortalıkta salınıp duran bir ruhsundur sadece. Kimliksiz, kişiliksiz bir şey. Kimse seni anlamaz. Ergen miyim, dersin kendi kendine. Ergensindir. Değilsindir. Hep çocuk görürsün kendini, hep yaşlı. Ağlamaktan yüzü kızarmış küçük bir çocuğun seni gördüğü andaki o bir anlık duraksamasıyla mutlu olur, rastgele bir sokaktaki tanımadığın bir adamın, yüzüne yönelmiş şüphelenen bakışlarından mutsuz olursun. Bütün bunlardan dolayı kendine güvenini kaybeder ama en çok kendine güvenirsin. Düşünmekten yorulur, etrafta bu kadar üzülecek olay, yapılacak şey varken iç dünyanla meşgul olduğun için yine kendinden nefret edersin.

          İşte ben böyle bir döngünün içinde otobüsteki koltuğumda oturuyorum. Elimde kitap, kulağımda kulaklık. Beni gören müzik dinlediğimi ve kitap okuduğumu zannediyor. Ama bunlar kamuflaj. Yanlış anlaşılmasın, yer vermemek için değil, oturulacak yerler var. Düşündüğümü anlamasınlar diye. Anlarlarsa eğer, ne düşündüğümü de anlarlar belki. Kendimden nefret ettiğimi kimsenin bilmesini istemiyorum.

          Yanımda yaşlı bir kadın var, göz ucuyla elimde tuttuğum kitabı okuyor. Arada sayfaları çevirmem lazım, yoksa şüphelenebilir. Onun bu merakı beni de cezbediyor aslında. Kitap bir kamufle aracı olmaktan çıkıyor. Kadınla birlikte ben de okuyorum.

          “Ben sana bu bölmeyi açma, oraya girme dememiş miydim? Madem girdin orada ne gördün anlat bakalım! Bana yaşadıklarını anlat, başından geçenleri söyle bakalım!”*

          Başını bilmediğim bir masalı okurken buluyorum kendimi. Önceki sayfaları açmak için yaşlı kadından izin isteyecekken bundan rahatsız olacağını düşünüp vazgeçiyorum. Gözlerini ayırmadan öyle okuyor ki onu gördükçe kendime olan nefretim azalıyor. Bunu bozmak istemiyorum. Yaşlı kadın okuyadursun, ben hayal ediyorum.

          Gizli bölmeyi açıp içeri giriyorum oradan. Daha önce görmediğim bir ışık aydınlatıyor yüzümü. Etrafa bakmaya, gizli bölmede ne olduğunu görmeye çalışıyorum ama ışık o kadar parlak ki! Her bir adımımda sönüyor ama gözlerimi açmayı unutuyorum. Arada Şehrazat’ın sesini duyuyorum: “Yürüyor” diyor. “Göremiyor” diyor. “Göremeyecek!” diyor. Haykırıyorum: “Göreceğim!” Gözlerimi açtığımda geç kalmış olduğumu fark ediyorum. Işık tamamen sönmüş ve ben zifiri karanlıkta yürüyorum. Ama Şehrazat anlatmaya devam ediyor. Beni gizli bölmede unutup masalın devamını anlatıyor. Boğuk geliyor sesi, kendinden emin. Güveniyorum ona, bana da güvensinler istiyorum.

          Şehrazat’ın sesi tamamen uzaklaştığında gizli bölmede yapayalnız kalıyorum. Karanlık hiç azalmasa da zamanla gözlerim alışıyor. Uzaklardan bir ses yankılanıyor: “Bu bölmeyi açma! Oraya girme!” Geç kalmış bir uyarı, girdim bile. Bir lahit görüyorum. Üzerinde belli belirsiz bir yazı. Okuyabilmek için iyice yaklaşıyorum. “Kendinden nefret ederek öldü” yazıyor. “Bir şaka mı bu!” diyorum. Şehrazat cevap vermiyor.

          Elimdeki kitabın çekiştirilmesiyle irkiliyorum. Uyurgezer gibi bakan bir çocuk, ben hiç orda yokmuşum gibi kitabı kuvvetle kendine çekiyor. Ne olduğunu anlayamadığımdan ve bunu yapan bir çocuk olduğu için karşı koymuyorum. İşte o zaman olan oluyor. Annesi zannettiğim bir kadının “Yapmaa!” bağırışlarına aldırmayan çocuk, kitabı eline alıyor ve bir görevi yerine getirir gibi yırtmaya başlıyor. Her bir sayfayı daha bir hınçla yırtıyor çocuk. Kağıtların birbirlerinden ayrılış seslerine Şehrazat’ın çığlıkları karışıyor. “Dur!” demek istiyorum, diyemiyorum. Yaşlı kadın, ona annesi olduğunu söyleyemeden ölen oğluna bakar gibi bakıyor kitaba. “Dur!” demek istiyorum, diyemiyorum. Çocuk bir bağımlı gibi yırtıyor kağıtları. Bundan zevk almıyor ama yırtmadan da yapamıyor. “Yapma!” demek istiyorum, diyemiyorum. Annesi yaralı kitabı elinden zorla alıncaya kadar hiç nefes almadan öylece bekliyorum. Bir yandan çocuğu zapt edip bir yandan kitabı bana verirken “Saklayın!” diyor kadın. Aceleyle çantamın içine atıyorum. “Hasta o, anlamadınız mı?” diyor kadın. “Nasıl anlayabilirim ki!” diyorum.

          Kadın ve çocuk durakta iniyor otobüsten. Arkalarında yırtık sayfalar ve kendinden nefret ederek ölen bir adam. Sözleri kulağımda çınlıyor: “Hasta o, anlamadınız mı? Hasta o, anlamadın mı? Hasta o. Hasta. Hastasın sen!”

          Yaşanan olaylardan sonra herkes bana bakıyor. Bu şartlar altında kendimi daha fazla gizleyemem. Düğmeye basıyorum. Kendimden nefret ettiğimi kimsenin bilmesini istemiyorum.

* Binbir Gece Masalları

 

Ali Murat Binark, Babamın Makineleri, Şule Yayınları, 2018, sf.81-84.

 

EDEBİYAT AİLEM KATEGORİSİNDEN...

sumeyra-ikiz-96677

Sümeyra İkiz

   Sahaf dükkânına her gün pek çok insan gelirdi. Ama o gün, kapısının önündeki dut ağacından içeriye giren küçücük bir tırtıldı.     Sabah rüzgârıyla yalpalayan ağacın tüylü yapraklarından birinin kenarını ısırmak üzereyken yere düşmüş, yumuşacık gövdesi toza, toprağa bulanmıştı. Ters düştüğü yerde başıyla ayaklarını birleştirip tortop olmuş, bir süre hareketsiz kalmış, sonra tutunamadığı ağaca yüz vermek istemezmiş gibi yan dönüp açıla kapana pürtüklü kaldırımda ilerlemişti.

DETAY...

betul-baris-baig-852

Betül Barış Baig

PARMAK İZİ   Bedenimde bir nişan gibi taşıdığım kusurum sevgili babamdan yadigâr. Bedenimdeki bu eksiklikle çalışabileceğim pek fazla iş yok. Zaten bu yaşıma kadar yapabileceğim iki mesleği ustalıkla icra ettim. Bu üçüncü ve öyle sanıyorum ki son işim olacak.

DETAY...

demet-soysal-89758

Demet Soysal

Pazılarına kadar kıvırdıkları yenlerini besmele çekerek açan orta yaşlı babalar, kalın tırnaklarına nal gibi çakılmış takunyalarını sürükleyerek şadırvandan ağır ağır gelen dedeler, ezberlerini namazda unutmamak için sessizce tekrar eden yeni yetmeler, sıvalı paçalarıyla koşarak cemaate yetişen üstü başı toz içinde ırgatlar, ıslak sakalları yüzlerinde dirice parlayan gençler; kâmetle beraber ayaklanmış, gözleri yerde mırıldanarak birbirlerine yanaşıp tek saf olmuş, cübbesini estire estire mihraba gelen imamın tekbirine kulak kesilmişlerdi. “  Durdum divana, uydum imama, kıblem kabe-i şerife. ” “Allahu Ekber!” 

DETAY...

ayse-uckan-65566

Ayşe Uçkan

Her mektup özeldir. Ama “ne özel” mektuplardı seninkiler. Geçmiş zaman kalıbıyla konuştuğuma bakma, okuyorum bu ara sık sık, hâlâ öyleler. Yazıldıkları günlere geri götürmede, anı diriltmede üzerlerine yok. Merak ettiğim, bana artık niye yazmadığın. Dur söyleme, ben bulayım…

DETAY...

2025. Copyright © Rahşan Tekşen.

Avinga | XML