Rahşan Tekşen

ANA SAYFA  »  KİTAPLIĞIM  »  EDEBİYAT AİLEM   »  İmran Elagöz Taşkın

İmran Elagöz Taşkın

Kusurlu Heykel
Kusurlu Heykel

“Allah’ım, bakıyorum, dal yeşil, gök mavi

Herkesin işi gücü, yeri yurdu, evi.

Az başımı çevirsem, ötede mezarlık,

Taş taş, selvi selvi”

Ziya Osman Saba

Safinaz Hanım can kuşunu uçurup dar ve karanlık evine yerleşeli tam elli iki gün olmuştu. Merhumenin bedenini ortadan kaldırmaya yeminli kurtçukların hücumuyla geçen elli iki gün. Kim demiş, insan kabirde yalnızdır, diye! Ölen sebebiyle toprak altında başka türlü bir hayat kımıl kımıl devam ediyordu. Mevtanın etleri kemiklerinden ayrılmaya başlamış, burnunun düşmesine az kalmıştı. Bu süre zarfında kızları ziyaret etmiş, ana-babalarının mezarına çiçek buketleri bırakıp gitmişlerdi.

O gün ikindi serinliği ortalığı kapladığında Safinaz Hanım’ın büyük oğlu, ilk defa geldi. Annesinin kabri başında Fatiha okuduktan sonra, yana doğru bir adım atarak babasına okumaya başladı. Dua edip ellerini yüzüne süren adamın gözlerindeki derinlik yabancı değildi bana. Tavırlarındaki bu ağırlığın sebebini biliyordum. Annesini kaybeden her insan, yaşı kaç olursa olsun olgunlaşırdı. Validem vefat ettiğinde benzer bir ruh haline girmiştim. Pederim Balkan Harbi’nde şehit düştükten sonra yüzüme bakanlar, “Bu çocuk birden büyüdü,” demişlerdi. Ebeveyni ölen çocukların vaktinden evvel büyüdüğünü o zaman öğrenmiştim!

Önce yola, sonra saatine, en son da üzerini otlar bürüyen ana-babasının kabrine baktı. Solmuş çiçek buketlerini kaldırarak işe başladı. Ellerinin çizilmesi pahasına kurumuş otları kopararak temizledi toprağı. Çeşmeye gidip elini yüzünü yıkadı. Orada boş duran bidona su doldurup iki kabri güzelce suladı. Safinaz Hanım’ın vakti zamanında temizlik işçisine üç beş kuruş verip babasının mezarına nasıl baktırdığını bilseydi muhakkak o da aynısını yapar, böyle bakımsız kalmasına müsaade etmezdi. Ana-babasına karşı vazifelerini yerine getiren her evlat gibi, şu anda kendinden memnun görünüyordu.

Etrafını seyrederek mezarların arasındaki yolda yavaş yavaş yürüyen kısa boylu, keçi sakallı adamı görünce seslenip yanına çağırdı. Otuz, otuz beş yaşlarındaki adam, el sıkıştıkları sırada gecikmiş bir taziyede bulundu. Uzatmadan yapılacak işi konuşmaya başladılar. Annesinin ismini mezar taşına yazdırmak istiyordu oğlu. “Sütçüoğlu Ailesi” ibaresi bulunan büyük taşa, Hacı Mehmet Ağa’nın adının yanına. Cebinden çıkarıp bir de kağıt uzattı. Keçi sakallarını hafif hafif kaşıyan adam, mezar taşına yazılacak yazıya, bunun için mi buraya çağrıldım, der gibi baktı. İstenilen şeyi mezarlığın yanındaki mermer ustası da pekâlâ yapabilirdi.

Bu adamın neden etrafına, değerli taşları inceleyen bir eksper gibi baktığını o zaman anladım. Ölüm korkusu, ahiret düşüncesi aklının ucuna gelmeden, kendini doğal taşların sergilendiği büyük bahçede farz ederek iştahla süzüyordu mezarlığı. Sadece isim yazdırmak üzere çağrıldığını öğrenmek onu hayal kırıklığına uğratsa da kendisini çabuk toparlamıştı. Bilmem kaç tane şubesi olan sütlü tatlılar şirketine hizmetinin bununla sınırlı kalmasına razı olamazdı. Madem muhallebici ille de onlarla çalışmayı istiyordu, sonuçlarına katlanacaktı.

Elindeki kağıdı dar kesim ceketinin iç cebine yerleştirdi. Ellerini pantolonun cebine zar zor sığdırmaya çalışarak etrafına baktı. Bu dar kıyafetiyle mezar sıkmasına karşı hazırlık yapıyor, diye düşünmeden edemedim. Safinaz Hanım’ın oğlu ne zaman işe başlayacaklarını sorunca keçi sakallı adam hiç lüzumu yokken yol kenarında gördüğü meşhur bir ailenin kabristanından söz açtı. Hatta o tarafa doğru yürüyerek yakından bakmalarını teklif etti. Safinaz Hanım’ın oğlu da merak etmişti. Gittiler.

Nohut oda, bakla sofa, bir evi hatırlatan kahverengi granit yapının önünde durdular. İçeride on kişinin ferah ferah yatacağı kadar mezar yeri vardı. Keçi sakallı adamın anlattıklarını tasdik manasında başını sallayarak dinliyordu Safinaz Hanım’ın oğlu. Dönüp geldiklerinde hâlâ aynı konuda sohbet ediyorlardı. Konuşmalarından, bahsedilen yerin bir inşaat firmasına ait aile mezarlığı olduğunu anladım. Tevekkeli aile kabristanının etrafı göğe doğru yükselen kolonlarla çevriliydi. Kirişler üzerine çatı konulmamıştı –maksatları malzemeden tasarruf etmek değildi şüphesiz- fakat kapı ve pencere yerleri hazırdı. Aynı zamanda firmanın adı olan aile soyadı, şirket logosu biçiminde çerçevelenerek herkesin rahatça görebileceği biçimde kapının tam karşısındaki duvara yazdırılmıştı.

Keçi sakallı adam, tane tane anlatmaya başladı, “Bence buraya herkesin hayranlıkla bakacağı özel bir aile kabristanı çok yakışır. Biz profesyonel olarak, yeni nesil mezarlar yapıyoruz; uzun ömürlü, sağlam, hafif. Kendi çapımızda bir mezar modası yarattığımızı bile söyleyebilirim. Sloganımız; siz isteyin biz tasarlayalım,” dedi.

Eliyle kabristanı göstererek: “Etrafınıza bakın, ne görüyorsunuz? Mezarların plansız yerleşiminden bahsetmiyorum. Ben olsam tamamen farklı düzenler, tek kişi olanları ayrı adaya, çocukları ayrı adaya, aile bölümlerini ayrı adaya gömerdim... Neyse konumuza dönelim. Dikkat ederseniz granit mezar yok denecek kadar az. Eskiden zengin fakir herkes mermerden yaptırırmış mezarını. Hem seçenek azlığından hem de…Neyse, onların başka türlü hayat felsefeleri varmış.”

Keçi sakallı adam anlattıklarını muhatabının ilgiyle dinlemesinden cesaret alarak, kabrin neden yeniden yapılması gerektiğine dair ürettiği gerekçeleri arka arkaya sıralamaya başladı. Safinaz Hanım’ın ve Hacı Mehmet Ağa’nın mezarını işaret ederek, “Çok eski bu mermerler, dikkat ederseniz yağmurdan, kardan aşındığını görürsünüz.” Rahmetli pederinin kendi mezarını ölmeden önce yaptırdığını söyledi Safinaz Hanım’ın oğlu. Eskimiş mermerlerin, çiçek bozuğuna dönen yüzeyine bakarken cenazeye gelenlerin neler konuşmuş olabileceklerini düşünmekten kendini alamadı. Aile kabristanını yeniden yaptırma kararı vermeye yaklaşmış gibiydi.

“Oysa şimdi granit moda; elmastan sonra en sert taş. Renkli, canlı, tasarıma daha uygun. Aynı zamanda mermerden dayanıklı, ömür boyu garanti veriyoruz! Cemiyet içindeki konumunuzu vurgulayan küçük dokunuşlarla hareket katabiliriz. Mesela uygun bir yere şirketinizin amblemini işleyebilir, sulukları sizin o pek beğenilen muhallebi kaseleriniz şeklinde yapabiliriz. Baş taşına karekod uygulamamız son zamanlarda çok talep ediliyor, onu da tavsiye ederim. Size iftihar edeceğiniz bir aile kabri yapalım, ne dersiniz?”

Safinaz Hanım’ın oğlu ne desin, mezar taşına sadece annesinin adını yazdırmak isteğinin mahcubiyeti içindeydi. Ayrıca markalarını aile kabristanında ölümsüzleştirmek düşüncesi içini gıdıklamıştı. Yüreği az önce verdiği kağıdı geri almak için yanıp tutuşuyor fakat istemeye utanıyordu.

Onun yüzündeki sıkıntılı ifadeyi yaptığı, meslekte yaşanan ufak tefek güven sorunlarına yoran keçi sakallı adam, “Yevmiyeci değil kendi ustalarımızı çalıştırıyoruz bu yönden kuşkunuz olmasın. Söz verdiğimiz zamanda mezarı teslim ederiz.” Otları yeni temizlenmiş mezarlara bakarak son sözünü söyledi. “Arzu ederseniz peyzajını yapar, çiçekleri periyodik aralıklarla sularız. Her zaman temiz ve bakımlı görünür. Eminim anne babanıza hayattayken gösterdiğiniz sevgi ve saygıyı vefatlarından sonra da devam ettirmek isterseniz.”

Cenazeye yapılacak vazifelerin eşin dostun yardımıyla yerine getirildiği günler çok eskide kalmıştı demek. Belki de tek derdi kefen parasını bir kenara koymak olan yaşlılar da artık kalmamıştı. Gassal, şoför, hoca, kazıcı derken; tasarımcı, mezar yapım ustası, çiçek eken, karekod işleyen... Ne çok kalem, ölümden rızkını temin eden ne çok insan vardı bu zamanda!

Safinaz Hanım’ın mezarı –kendisi iskelet haline gelmeden- granit mermerle yeniden yapılmıştı. Baş taşında sarı sarı parlayan harflerle, “Sütçüoğlu Aile Kabristanı” yazıyordu. Suluklar kase biçimindeydi ve üzerinde şirketin logosu vardı. Hacı Mehmet Ağa’nın adı, Mehmet Sütçüoğlu olarak okunuyordu artık. Ağa kabrini görse ne derdi bilmiyorum, ama Safinaz Hanım muhakkak hoşlanırdı evinin yeni halinden.

Baş taşının sağ alt köşesindeki karekoda telefonlarını yaklaştıranlar karı-kocanın en mutlu hallerini görebiliyordu. Bu mesut anların hemen hepsinin muhallebicinin çeşitli şubelerinde çekilen fotoğraflardan seçilmesi bir tesadüf olmasa gerekti.

İmran Elagöz Taşkın, Kusurlu Heykel, Şule Yayınları, 2019.

EDEBİYAT AİLEM KATEGORİSİNDEN...

alem-i-misal-rehberi-19656

Burcu Güven

Güneşin yakıcılığını bütün zerrelerinde  hissederek gözlerini zar zor açtı sonra tekrar yumdu. Bunaltıcı sıcak nefes almasını zorlaştırıyordu. Gücünü toplayarak kalkmaya çalıştı. Heybesi beş on adım ötesindeydi. Ama ne Eyyam ne de Mestur oradaydı. Telaşla seslendi fakat  kendi sesinden başka bir şey duymadı. Hangi yöne gittiğini bilmeden yürümeye koyuldu. Şansının  yaver gittiğini söyleyebiliriz çünkü takriben yarım saat sonra mola vermiş bir kervanla karşılaştı.

DETAY...

mustafa-durus-851

Mustafa Duruş

rüzgârın parmağını gördüm. hareketsizliğe dokundu. ne olduğunu neden dokunduğunu tuşun kendi parmağını seçtiğini bilmeden defalarca aynı tuşa dokundu.

DETAY...

deli-sesler-16654

Berrin Erdoğan

Palyaçonun sallandığı direğin darağacından tek farkı, ucunda sallanan adamın koltuk altından asılmasıydı. Neden herkesin kahkahalarla izlediği bir şeyi bu kadar korkunç buluyorum? Metrelerce yukarıdaki ipin ucunda debelenen bir adam nasıl komik olur, tek ben mi benzetiyorum can çekişen birine? Herkes nasıl da mutlu. Bir başka palyaço seyircilerin arasından gösteriye dahil olacak kişileri seçiyor. Ellerine birer top verdiği oyunun parçası olmayı başaran izleyiciler, hırsla palyaçoyu vurmaya çalışıyor.

DETAY...

sumeyra-yaman-68734

Sümeyra Yaman

Tek bir nefestir görünür kılan rüzgârın şeklini Beni hazırla Rüzgâr çağırdıkça koyulaşan Toz ve dumanıyla şehirlerin anası Felaketi bir kavmin sekiz gece Azalıyor mahlukatın eşrefi Dönüp bakmadılar mı? Derken onları o yerden

DETAY...

2024. Copyright © Rahşan Tekşen.

Avinga | XML