Rahşan Tekşen

ANA SAYFA  »  RÖPORTAJLAR  »  Bugünün Söyleşileri   »  Müzehhibe Gülbün Mesara

Müzehhibe Gülbün Mesara

Müzehhibe Gülbün Mesara
Müzehhibe Gülbün Mesara

Gülbün Mesara
Gülbün Mesara

“MAZİYİ İHYÂ ETMEK DEĞİL, ONDAN HIZ ALMAK MECBURİYETİNDEYİZ."

Fakat Süheyl Ünver’in o zengin ve çeşitli arşivi birkaç parçaya bölünmüş durumda. Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi’nde iki bin defteri olduğunu biliyoruz. Tarih Kurumu’nda ve Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde yine hatırlı sayıda defter, resim ve belgeleri mevcut. Keza sizin şahsî arşivinizde… Süheyl Ünver’in arşivini bir araya getirmek niyetiniz veya girişiminiz oldu mu? Günümüz Türkiye’si bu kıymetin farkında mı?

Doğru, babam Süheyl Ünver’in sağlığında kendi kararı ile bazı kurumlara bağışladığı el yazmaları ve arşivi, şu haliyle parçalanmış bir koleksiyon durumunda. Şahsî koleksiyonunu ise “milletinden aldığını yine milletine vermek” tasavvuru ile bana emanet etmişti. Ancak bu dağılmış arşivin bir araya getirilmesi gibi bir durum artık mümkün gözükmüyor. Bu yüzden bir girişimde bulunmam da söz konusu olamıyor. Günümüz Türkiye’sindeki bir takım kurumların bu değerin farkında olmadıkları maalesef acı bir gerçek.

Ünver arşivinin dağılımından söz edersek: Babam, kendi kararı ile 1970’li yıllarda önemli sayıda el yapması eserleri ve arşiv dosyalarını Türk Tarih Kurumuna bağışladı. Bu kararına gerekçe olarak da, sanat bakımından kurak bir yer olarak gördüğü Ankara’da bu birikimini oralı sanatseverlerin hizmetine sunmak dileğini ifade etmişti. Bu şekilde, Ünver’in İstanbul Üniversitesi’nden Cerrahpaşa Tıp Fakültesine geçişi döneminde yüzlerce suluboya tablosu, el yapmaları ve arşiv dosyaları Ankara’ya naklolundu.Arşivin binlerce defter ve yine dosyalardan oluşan bir diğer kısmını ise çok sevdiği ve devamlı olarak gittiği Süleymaniye Kütüphanesi’ne bağışladı. Vefatından sonra vasiyeti mucibince orada kendisi adına bir oda hazırladık ve ilave bağışlarla odayı daha da zenginleştirdik.

Fakat bu konuda benim bir üzüntüm var. Babam Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden ayrılırken yüzlerce suluboya resmi Türk Tarih Kurumu’na gitmiş. Tabiî bunun araştırmacılara şöyle bir zorluğu var. Diyelim İstanbul konulu, Bursa konulu veya Edirne konulu resimleri bir araya getirmek isteseniz, bunların bir kısmı bende. Daha büyük bir kısmı maalesef Tarih Kurumu’nda. Bu durum hepimiz açısından büyük zorluk oluyor. Eğer bu resimleri bir kitap hazırlığı için kullanmak istiyorsanız, komisyon kararından sonra ancak izin alabiliyorsunuz. Yani böyle bir takım zorluklar var, ama kendisi öyle düşünmüş.

Dediğiniz gibi bir kısmını da Süleymaniye Kütüphanesi’ne bağışladı. Vefatından sonra kendisi adına orada bir oda tanzim ettik. Ben bir takım ilave defterler ve dosyalarla odayı daha da zenginleştirdim. Tabiî ileride bu arşiv nereye gider, onu bilmiyorum. Fakat şu bir gerçek ki eğer Süheyl Ünver bir Amerikalı veyahut bir Avrupalı olsaydı -babam olduğu için söylemiyorum- bir Süheyl Ünver Enstitüsü çoktan kurulmuş olur ve onun arşivi de bu şekilde parçalanmazdı.  

Kaç tane şehir defteri var?

İki bin defter içinde herhalde otuz, kırk şehir defteri vardır. Daha bile fazla olabilir. Mesela bir Edirne diyelim, Edirne tek defter değil, birkaç defter. Gittiği seferlere dair… Edirne’yi çok sevdiği için çok sık gidermiş, zaten her gidişinde aynı defteri götürüyor. Defter dolunca bir başkasına başlıyor; Edirne’de kütüphane çalışmaları, Edirne’de bir caminin tarihi, buna ait defterler var. Mesela Muradiye, onlar da Edirne’nin içine girer. Kendi çektiği resimler, oradan aldığı örnekler…

Mesela Edirne Sarayı’na ait çok büyük araştırmaları var. Bugün yok olmuş bir saray. Kendisi de çinileri de tarihi ile beraber yok olmuş. Bunun dışında Orta Anadolu defteri var. Bunlar zaman zaman makale şeklinde yayınlandı. Bende çok değerli Bursa defteri var. Tabiî Bursa, Edirne, Konya, Amerika defterleri var yedi sekiz tane. İran seyahati iki tane defter olmuş. Yani böyle… Şehir defterleri olarak pek çok.

(Röportajın tamamı için Karabatak Dergisi, 45. sayıya bakabilirsiniz.)

Bugünün Söyleşileri KATEGORİSİNDEN...

ihsan-kabil-887

Sinema Yazarı ve Eleştirmeni İhsan Kabil

Dünya sineması arasında, İran sinemasının çok güçlü bir yeri var şüphesiz. İran, bu gücü neye borçlu? İran sineması, devrimden sonra üzerine entellektüelce günlerce kafa yorduğu biçim ve içerik tartışmalarından sonra, 1980’lerin ilk yarısından itibaren kendi dilini kurarak kimlik sorununda önemli bir mesafe kaydetmiştir.

DETAY...

prof-dr-hasan-akay-96487

Prof. Dr. Hasan Akay

Size göre yazmak nedir? Bir ifade biçimi, bir ihtiyaç, bir kaçış… Yazmak, sıraladığınız -ve ucunu açık bıraktığınız- maddelerin her biri için ayrı ayrı geçerli olabileceği gibi, hepsini (çünkü bunlar birbiriyle çelişen hususlar değildir) aynı anda kapsayan bir eylem de olabilir. Ancak tek kelimeyle söylemek gerekirse, diyebiliriz ki yazmak, bir varoluş biçimidir.

DETAY...

mustafa-ozcelik-877

Şair ve Yazar Mustafa Özçelik

Sizin edebiyat sacayağınızın her bir köşesinde üç büyük isim var: Yunus Emre, Mehmet Akif ve Nasreddin Hoca. Eserlerinizi bu üç büyük zatın manevî ateşinde pişirmişsiniz. Bugünkü müktesebatınızın, müfekkirenizin oluşmasında katkısı olan bu manevî tadı bize anlatmak ister misiniz? Evet, bu üç isim benim kahramanlarım, hocalarım, kutup yıldızlarım... Bunlara bir de Battal Gazi’yi ekleyelim. Şahsiyetimi, düşünce yapımı, hayata bakışımı büyük ölçüde onlar inşa ettiler. Yunus Emre bu topraklarda Hak ve halk sevgisinin, Nasreddin Hoca latifenin, nüktenin, Battal Gazi ise kahramanlığın sembol şahsiyetleridir. Mehmet Akif ise kendi döneminde onların sentezi diyebileceğim bir özelliğe sahiptir.

DETAY...

prof-dr-mustafa-s-kacalin-44747

Prof. Dr. Mustafa S. Kaçalin

Bir kültürde önce musiki ölür. İnsanlar kendi musikisinden zevk almıyorsa, bitmiştir. Yapacak bir şey yok. Ondan sonra mecazlar ölür. Yani sen bir nükte yaparsın, anlamaz, dur ben onu bir düzelteyim, der. Bitti! Yandı gülüm keten helva… Musiki ölür, mecazlar ölür, en son dil ölür. Şimdi Türkçede mecazların ölümünü yaşıyoruz. Mecazlar yok. Musiki zaten yok. Düğünde La Comparsita’yla dans ediliyor. Mesela gelin damat, salona rast peşrevle girmiyor. Harmandalı Zeybeği’nden zevk alınmıyor. Bu şimdi çok köylü kalır, deniyor. Herkes yer, içer, ıkınır, tıkınır, en sonunda Harmandalı türküsünü de söyleyebilirsin. Musiki ölmedi mi? Musiki öldü. Ama bin yıllık tarihimiz var diye hamaset yapıyoruz, o ayrı. Musiki yaşayacak. Türk musikisi yaşayacak. Ya türküyü seveceksin ya şarkıyı seveceksin ya ninniyi seveceksin. Başka yolu yok.

DETAY...

2025. Copyright © Rahşan Tekşen.

Avinga | XML