Rahşan Tekşen

ANA SAYFA  »  RÖPORTAJLAR  »  Bugünün Söyleşileri   »  Prof. Dr. Hasan Akay

Prof. Dr. Hasan Akay

Prof. Dr. Hasan Akay
Prof. Dr. Hasan Akay

Prof. Dr. Hasan Akay
Prof. Dr. Hasan Akay

“VARİSİ OLDUĞUMUZ MEDENİYETİN BEYNİ İLİM VE SANAT, KALBİ İMAN VE AŞK, RUHU HİKMET VE ŞİİRDİR.”

Size göre yazmak nedir? Bir ifade biçimi, bir ihtiyaç, bir kaçış…

Yazmak, sıraladığınız -ve ucunu açık bıraktığınız- maddelerin her biri için ayrı ayrı geçerli olabileceği gibi, hepsini (çünkü bunlar birbiriyle çelişen hususlar değildir) aynı anda kapsayan bir eylem de olabilir. Ancak tek kelimeyle söylemek gerekirse, diyebiliriz ki yazmak, bir varoluş biçimidir. Zarûrât-ı hayât maddelerinden biridir. Sıradan ihtiyaçlar içinde yeri yok. Hattâ sıradan ihtiyaçlar içinde mahzurlu bile. Ama, sırası geldiğinde (ilham olarak, harâret olarak, halâvet olarak, iç yangını olarak, kibrit otu gibi yakıcı bir nazardan tutuşarak, işaret almış olarak, hangi hâl içinde olursa olsun kendi kendini idrak etmiş olarak çıkageldiğinde), diğer ihtiyaçların sessiz gürültüsü veya gürültülü sessizliği kesilir, dibe çöker. (Denizaltılar yükselir kirpikler arasından!). O bakımdan, bir kaçıştan çok, ‘kaçış’tan kaçıştır diye biliriz. Yazmak, derinliğin yüze çıkmasıdır, yüzeyden derine çekiliş gibi. İster denizaltı olarak gözüksün, ister bal arısı, ister karanlık madde. İşlevleri aynıdır. Zaruret doğdu mu, kâğıtlar tutuşur parmak ucundan. Zarûriyyât-ı Hamse denilen beş maddenin dördü -din, can, akıl, nesil muhafazası- doğrudan doğruya yazma eylemiyle ilişkilidir. Beşincisini de hafif bir yorumla buna dahil edilebilir. (Yazanlar neden yazıklanırlar hiç dikkat ettiniz mi? Kendilerine yazık ettikleri için mi? Yoksa). Tabii, yazmak tek başına değil; öyle gözükse de ‘söz’ daima onunla birliktedir. Hattâ konuşmak önceliklidir. (Bu yüzden Derrida sözün canına okur durmadan; çünkü sözün öncelendiği hiyeraşik yapıdan rahatsızdır. Söz tutar onu! Oysa aslolan yazının; doğruluğun, hakikatin, özün tahakkukuna fırsat veya imkân tanıyıp tanımamasıdır. Sosyal, siyasî, dinî, tarihî alandan medet ummadan bunu gerçekleştirmesi mümkün mü? Bir imkânsızlık imkânı çıkartması! Bir nevi küresel Philadelphia Deneyi! Maksat nedir? Güçlü bir yapıştırıcı ya da sıfıra yakın sürtünme katsayısı keşfetmenin şen bilinci mi, yoksa görünmezliğin veya hakikatin yahut doğruluğun keşfi gibi muazzam bir şey mi? Foucault, işin esasını yazmamakla itham eder Derrida’yı. Çünkü doğruluğa ve adalete imkan veriyor mu yazı, ona bakılmalıdır). Söz hakkı -yazının da konuşmanın da- saklıdır. Yerine geçme durumu ancak âriyettir.

Bu noktada, yazmak mı yazmamak mı işte bütün mesele, demek istemiyorum. Konuşurken bulduklarımdan çok defa hoşnut oldum. Ama yazarken geriliyorum (yazıyla karşılıklı olarak). Havaya girdiğimde davul çalınsa duymam. Var olan ne ise gelmeye bırakmak en iyisidir. Fazla müdahale edilmemelidir, yoksa keyfi bozuyor. Kırkayaka sormuşlar, yahu kırk ayağın var, nasıl oluyor da biri diğerine takılmadan yürüyebiliyorsun? Kırkayak o vakte dek düşünmemiş bunu. Öyle mi demiş, ama geçip gidememiş, kafasına takılmış, sahi nasıl yürüyebiliyorum ki, demiş. Gidiş o gidiş. Yürüyemez olmuş. Hangi ayağı ne zaman nasıl basacak, öyle ya! Konuşurken insan daha tabiîdir, dil de zihniyete göre akışa bırakır kendini, hoşnuttur yani. Ama yazıda bozuluyor bu. Dil hantallaşıyor, uçarken yere iniyor. Söz uçar derler ya (yani kalıcı değildir, kayda geçmezse yok olur gider denilmek istenilir), oysa söz de yok olmaz (çünkü zaten kayda geçiyor, hem de digital kayıt, melek kaydı ile). Yani söz uçar demek kanatlanır uçar gider demektir. Sözü yere indirmek doğru değil. Yazıya geçirmek de. Söz başka yazı başka. Söz yazıya geçer mi? Geçmez. Ya yazı? O da söz geçiremez. Her ikisi de farklı boutta teneffüs ediyor çünkü. Biri kartalsa diğeri fok balığı. Havada, suda yaşar, kanatları yok. Uçması için dalga boyutuna geçmesi lazım. (Schrödinger’in kedisinin bile bileceği iş değildir o; çünkü fare faktörünü göz ardı etmiş!). Bir ara formül de bulunabilir; Konuşur gibi yazmak. Yapmaya çalıştığımız biraz da bu. Artık ne çıkarsa, bahtına!

(Röportajın tamamı için Karabatak Dergisi, 20. sayıya bakabilirsiniz.)

Bugünün Söyleşileri KATEGORİSİNDEN...

kanuni-bekir-reha-sagbas-47488

Kanunî Bekir Reha Sağbaş

Bakmak ile görmek arasındaki fark, duymakla dinlemek arasında da var. Bu durumda televizyon neyi kaldırdı ortadan? Müzik dinlemenin sihrini...TRT’nin kurulduğu ilk yıllardan; daha birinci kanaldan bahsediyorum. Çok uzun sürmeden ikinci kanal açıldı ki TRT’nin ilk programlarında ben de vardım.

DETAY...

prof-dr-bilal-kemikli-874

Prof. Dr. Bilal Kemikli

“Ölmeyip İsa gök’e buldu yol/Ümmetinden olmak için idi ol” Süleyman Çelebi’nin Vesîletu’n-Necât’a bu beyitlerle başladığına değiniyorsunuz. İslam bize, yüzünü görmediğimiz bir Peygamberi sevmenin binlerce yolunu öğretti. Vesîletu’n-Necât, bu sevginin somutlaştırılmış nadide bir örneği olarak sünnet-i seniyyeyi bize nasıl anlatıyor? Evet, sevgi kulaktan başlar derler, bu doğrudur. Bize sevdiğimizi aşkla, muhabbetle anlatanlar, onu daha çok sevmemize vesile oldular. Bu bakımdan Vesîletü’n-Necât’ın toplumumuzda inşa ettiği sevgi, başlı başına bir konudur.

DETAY...

karabatak-dergisi-projektor-21491

Rahşan Tekşen

İstanbul sizi nasıl ele geçirdi? Tesadüf zannettiğimiz veya “Haydi!” sesine uyup plansızca yaşayıverdiğimiz bir an sebebiyle makas değiştirebiliyoruz. Vardığımız menzil elimizdeki adresi tutmadığında, aslında her şeyin o mezkûr anda değişmeye başladığını anlıyoruz.

DETAY...

prof-dr-nurhan-atasoy-76486

Prof. Dr. Nurhan Atasoy

Herhangi bir insanın işini sevmesini aşkın bir şey öğrendik sizin hakkınızda. Fotoğraf makinesi almak için babanızdan kalan evi satmışsınız, doğru mu bu? Evet, sattım doğru. Bir daire sattım, o zaman Bostancı’da idik. Üniversite kütüphanesinde Abdülhamid albümleri vardır. Dokuz yüz albüm var orada. Otuz beş bin, otuz altı bine yakın fotoğraf var o albümlerin içinde.

DETAY...

2025. Copyright © Rahşan Tekşen.

Avinga | XML