Rahşan Tekşen

Büyük Postane

Büyük Postane
Büyük Postane

BÜTÜN MEKTUPLAR İSTANBUL'DAN GEÇER

...

Posta tatarı denilince bıyıkları burulu, sakalları taralı; kolları yırtmaçlı cepkeni, geniş şalvarı ve parlak çizmeleriyle nazif esvaplı bir ulak canlanırdı zihinlerde. Yana yıkılan uzun kalpağı, üzerine sardığı çiçekli yemenisi, gümüş kakmalarla süslü eğer takımı ve kehribar ağızlığıyla, at sırtında çakı gibi duran, güçlü kuvvetli bir âdemdi.

Bu kıyafetler içinde, emir almış bir bölük asker itaatiyle dört bucağa dağılır; haftada bir gün İstanbul’dan Rumeli’ye, bir gün de Anadolu’ya doğru yola çıkarlardı. Her birinin ücreti saat başına on akçaydı ve onların saat sesi diye bildikleri şey, yalnızca atlarının nal tıkırtısıydı. Bu sesin refakatinde tüketirlerdi ömürlerini. Başkalarına bitmez görünen nice yolları bitirir, sahibine ulaşmaz sanılan nice mektupları ulaştırırlardı. Kimi güzergâhları birbirine bağlayan yollar olmadığından, posta tatarları sayesinde mektuplar önce İstanbul’a gelir, buradan tekrar dağılırdı. Bu yüzdendir ki neredeyse bütün mektuplar İstanbul’dan geçerdi.

Bir vakit geldi ve mektupların çok uzun zamanda sahiplerine ulaşması ve posta işlerinin hâlâ develer ve atlarla yapılıyor olması, ciddi bir müşkül olarak görüldü. Bu müşkülü halletmenin ilk adımı olarak menzilhaneler kapatıldı ve hemen ertesi yıl, mümkün olan her büyük şehre tek odalı birer postane açılmasına karar verildi. Her biri için terazi, sandık, defter, muşamba gibi posta işlemlerinde kullanılan eşyalar temin edilecek, kapılarının üzerine de “Postahane” yazılı birer levha asılacaktı. Posta tatarları vazifelerinden alınmayacak; devletin resmî evraklarını ve hususî mektupları getirip götürmeye devam edeceklerdi. Sene 1840’tı ve aynı yıl ilk Osmanlı postanesi İstanbul’da açılmış, adına da Posta Nezareti denmişti. O yıllarda birkaç ecnebi postanenin zaten harıl harıl işlediği İstanbul, ilk kez kendisine ait bir postaneye sahip olmuştu.

...

Metnin tamamı için: Kırk Bir Kere İstanbul, Şule Yayınları, 2013, sf. 125-134.

Kırk Bir Kere İstanbul'dan Seçmeler KATEGORİSİNDEN...

cevahir-bedesten-65570

Cevahir Bedesten

Bir gelenek daha vardı ki bu da Bedesten’in yüzünün her sabah duayla yıkanmasıydı. Kuyumcular Kapısı’nın arkasından “Buyurun duaya!” diye gürleyen ses, kapı kapı bütün dükkânları dolaşır, bir çırpıda muhafızlar dolabının önüne toplardı esnafı. Sultanın ve askerin selâmetine dua, gelmiş geçmiş esnafın ruhlarına rahmet niyaz edilirdi.

DETAY...

rustem-pasa-camii-21627

Rüstem Paşa Camii

Bunca güzellik mabetten çok müzeye çevirmiştir Rüstem Paşa Camii’ni. Seyyahları hiç eksik olmaz. Her gün yüzlerce göz süzülür kubbeden payelere. Flaşlar duvarların, çiniler seyyahların gözlerini kamaştırır. Uzak diyarlardan sırf çinileri görmek için gelen gözleri… Ömründe hiç mavi görmemiş bir delikanlı girer cümle kapısından. Elinden tutan beyaz âsâsı mihraba kadar götürür onu. Seyyahlar bir bir terk ederken camiyi, o secdeye kapanmış vazodaki menekşelerin kokusunu çekmektedir içine.

DETAY...

alay-kosku-27637

Alay Köşkü

Sadece sultanlar için yapılmıştı Alay Köşkü. Bu yüzden büyük bir taht odasından başka, birkaç küçük hizmet odası vardı sadece. Tâ III.Murad devrinde, yine burada ahşap bir köşkün olduğu rivayet edilse de Fatih döneminde yapıldığı daha kat’îydi. Ne vakit yapılmış olursa olsun, ilk yapılan ahşap köşk yıktırılmış, II.Mahmud’un yaptırdığı bina Alay Köşkü olarak bugüne gelmişti.

DETAY...

atif-efendi-kutuphanesi-87569

Atıf Efendi Kütüphanesi

Üzerime tek bir harfin, tek bir nakşın emanet edilmediği avare bir kâğıttım. Ak paklığımdan olacak, adam olur, dediler benim için. Biraz renk gelsin diye yüzüme, dağlardan toplanmış envai çeşit çiçeği kaynatıp suyuyla cismimi, kokusuyla ruhumu yıkadılar. Ömrüm uzun, yüzüm aydın olsun için aharladılar. Kendi güzelliğime âşık olup kibirlenmeyeyim diye, mühreyle bir güzel dövüp ıslah ettiler.

DETAY...

2024. Copyright © Rahşan Tekşen.

Avinga | XML