Rahşan Tekşen

ANA SAYFA  »  EDEBİYAT AİLEM   »  Sare Çizmecioğlu

Sare Çizmecioğlu

Sare Çizmecioğlu
Sare Çizmecioğlu

TENEKE KUTU

 

    İçinde ne olduğunu hep merak ettim. Boyum kulpuna yetişmezdi. Sadece kapağındaki aynada kendimi seyredebilirdim. Eteklerimi iki yana açıp selâm verir, kulaklarımı çekiştirir, dişlerimi inceler, nanik yapar, kimse görmeden üst raftaki teneke kutuya nasıl ulaşabileceğimi düşünürdüm. Babaannemin odasında gardrobun hemen yanında alnı tavana değen antika dolabın varaklı tuğrası göze benziyordu. Başımın üstünden beni dikizleyen bu korkunç bakıştan ödüm patlasa da aynanın karşısından ayrılamazdım.

   Haftanın iki günü yeğenleri Saliha ve Naciye, babaannemi yıkamaya gelirlerdi. Biri aynalı dolaptan üst üste istiflenmiş bohçalardan elzem olanlarını çıkarır, çapraz katlarını açıp çamaşır, havlu, kese, lif her şeyi hazır eder, diğeriyse teneke kutudan tören malzemelerini alırdı. Ben de karyolanın demirleri arasından onları seyredip görebildiğim kadarıyla dolabın her köşesini zihnime yerleştirirdim. Katlanmış bohçalar, deri ciltli kitaplar, eşyaların arasına konan sabun ve lavanta torbaları, kadife keseler, Sinbad' ın ponponlu çarıkları, dedemin örgü takkeleri ve el yazması bir Kur'ân-ı Kerim...

   Babaannem yeğenlerinin eşliğinde hamamın kapısına kadar ağır adımlarla yürürken o kadar giyinik olurdu ki koluna çanta taksa gezmeye gidiyor sanırdım. Yıkanırken içeri almazlardı beni. Kapının önünde sabırla çıkmalarını beklerdim. Ancak törenin sonuna yani kurulanıp giydirilme safhasına katılmama izin verilirdi. İçerde, su sesi kesildikten sonra görünmeleri hayli vakit alır, kapı açılır açılmaz sıcak buhar dışarı hücum eder, arasından pembe beyaz yüzlü kadınlar peyda olurdu. İtinayla kurulayıp önce çamaşırları, sonra mavi kombinezonu, en üste de elbisesini giydirir, dizine gelen mus çorapları uzun donu içine alınarak büktürülürdü. Pamuk saçlarına nemini alması için tülbent bağlanır, kuruduktan sonra taranıp örülür, dökülenler hamamdan önce kesilen tırnaklarıyla külah şekline getirilen gazeteye konup bahçıvana verilirdi. Muhittin Efendi de gömerdi onu.

   Bu sefer hamamın kapısında beklemeyip odasına gittim. Aynalı dolabın kapağı ardına kadar açıktı. Kenarlarda ufalanmış sarı tepeciklere üfledim. Tozlar, ağzıma, burnuma, gözlerime doldu. Yüzümü temizleyerek rastgele tükürdüm. Orta rafta inci, gümüş, kehribar tespihlerin durduğu tabağı zıplayarak almayı denerken zar zor birine ulaştım ulaşmasına ama hep birlikte yere yapıştık. Kollarıma dolaşan tespihlerden kurtulmaya çalışırken yatağın üzerindeki kutuyu fark ettim.

   Yerden fırlayıp yaklaştım. Elimi bir uzatıp bir geri çekiyordum. Cesaretimi topladıktan sonra zor anlarda dudakları sürekli oynayan babaannem gibi ben de dudaklarımı kıpırdattım. Kalbimin gümbürtüsü kulaklarımda, kapağını araladım. Bilmediğim bir koku yayıldı ne güzel, ne de çirkin! Şimdi düşününce yaşlılığı hatırlatan bir koku. Teneke kutunun üzerinde Elite yazıyordu. Renkli meyve ve şekerlemeleri tepsilerle sunan kızların yüzleri silikti. Ah! O şekerlerden olsa, hem de çilekli. İçinde siyah beyaz resimler, babaannemle merhum dedemin pasaportu, dua yazılı kâğıtlar, kırık dişli bir tarak, rengi solmuş evraklar, Haremeyn'den atılmış posta kartları, rulo hâlinde şecere ve muskalar...

  Bu sırada telâşla yanıma gelen annem yatağın üzerinde katları açık bohçadan bir tülbent daha aldı. Kutuyu karıştırmamı umursamamıştı. Göz ucuyla ona bakınca ne yaptığımın farkında bile olmadığını anladım. Yıllarca gözümde büyüttüğüm bu teneke kutu; kadıncağızın, kaybolmasın diye topladığı şeylerden ibaretmiş.

   Haftanın belli günlerinde hatm-i hace için toplanan kadınlar babaannemin odasına kilitlendikten sonra gözümü anahtar deliğine yapıştırıp içeriyi görmeye, konuştuklarını, ne dediklerini duymaya çalışırdım. Halka şeklinde oturarak çektikleri salâvat ve istiğfar sesleri dışında çıt çıkmazdı odadan.

  Demir karyolanın dayandığı duvarda Ravzaʼnın eski bir resmi asılıydı. Komodinin üzerinde çalar saati, ilaçları, Hicaz’dan gelen metal tası, bardağın içinde yüzen pembe damaklı takma dişi ve upuzun tespihi dururdu. Okuldan döndüğümde penceresine bakardım. Camın önünde kumruları, arkasındaysa beyaz örtüsünü görürsem içimde beyaz kelebekler uçuşurdu. Kâbuslu gecelerde ev ahalisinden ilk koştuğum yatak şüphesiz onunkiydi. Rumen tankerinin infilak ettiği gün kardeşimle odasında yer yatağında yatmıştık. Gökyüzünü kaplayan siyah duman ve Yusuf'un korkusu günlerce geçmemiş, babaannemin dudak kıpırtıları yine durmak bilmemişti.

* * *

Babaannem, o sabah uyandığında halsiz görünüyordu. Gece titreme geldiğini, ateş basmasıyla bir üşüyüp bir yandığını söyledi. Önüne gelen kahvaltı tepsisinden sadece birkaç yudum süt içebilmişti."Guzum! Hümeyra Hanım buradaysa bana bir baksın, hiç iyi değilim," dedi anneme. Medine'de yaşayıp orada icra eden Doktor Hümeyra Hanım senenin birkaç ayını İstanbul'da geçiriyordu. Bu süre zarfında köşke yaptığı ziyaretlerde ona muhabbeti büyük olan babaannemle hasbihâl ve yarenlik ederlerdi. Hümeyra Hanım'a ulaşamayan annem, iki sokak ötemizdeki Böcekli ‘de ikamet eden Doktor Necmettin Bey'i çağırdı.

   Biraz sonra taşlıkta görünen doktor, hazırlanan terlikleri giyip kendine refakat eden annemle yukarı çıktı. Siyah deri çantasından çıkardığı aletleriyle nefesinin daraldığını söyleyen babaannemin sırtını uzun uzun dinledi. Ağzına soktuğu kaşık gibi şeyle boğazına baktı. Tansiyonunu ve nabzını ölçtü. Sonra ateşini. Kalorifer demirine oturmuş onları seyrediyordum. "Derin derin nefes alın," dedi doktor. "Bir daha, bir daha."

   Başını hafifçe iki yana sallarken alnındaki çizgiler netleşmişti. Yolunda gitmeyen bir şeyler hissettim, göğsüm sıkışıyor gibi oldu. Ölmeyecekti değil mi! Çantasının üzerinde yazdığı reçeteyi komodine bırakan Necmettin Bey, röntgen çekilmesini tavsiye ettiği sırada hizmetli Emine’nin küçük bir tepside ikram ettiği vişne suyunu yudumluyordu.

   Röntgenin neticesinde verem olduğu anlaşıldı babaannemin. Hep yorgundu. Uyusa da dinlenemiyordu. Öksürüğü iyice artmış, nefes alırken göğsü hırıldamaya başlamıştı. Geceleri terden sırılsıklam oluyor, ani bastıran üşümeyle ateşi yükseliyordu. Hâl böyle olunca tedavisi PTT İçerenköy Hastanesi'nin doktoru Asım Taşer'e devredildi. Tabak çanak, kaşık çatal, bardak ve tuvalet gibi onun kullandığı şeylerin ayrı tutulmasını doktor ikaz etse de, annem üçümüze de böyle bir uygulama getirmedi. İğnelerini İnayet Hanım yapıyor, ilaç ve gıdasına fevkalade itina gösteriliyordu.

   Doktorlar gibi onların uzantısı olan bu meslek erbabını yani mahallemizin iğnecisi İnayet Hanım'ı pek severdi babaannem. Köşkün paralelindeki Hoş Sokak'ta oturan mavi gözlü, toplu, sessiz bir kadındı. Telefon açıldıktan beş dakika sonra boz renkli pardösüsü, çenesinin altından sıkıca düğümlediği eşarbıyla bahçe kapısında görünür, taşlıktan bir hayalet gibi süzülerek sofadaki yerini alır, çantasından çıkardığı teneke kutusunu sehpanın üzerine koyar, önceden kaynattığı şırıngaya ilacı boşaltıp fazlasını havaya püskürterek hazır hâle getirirdi.

   Alkollü pamuğunu diğer eline alarak günün kurbanıyla bir odaya kapanmasının ardından gerilimli dakikalar başlardı. Hastayı yüzüstü yatırıp buz gibi pamukla kaba etini silerken "Elim hafiftir, korkma," derdi. Şırıngayı hedefine saplayınca irkilen hasta, “Kıpırdama!" ikazıyla pes eder, bu da yetmezmiş gibi İnayet Hanım’ın, ilacı daha az yaksın diye yavaş yavaş zerk ettiği saniyeler geçmek bilmez, oturunca dahi moraran yerin ağrısı hissedilirdi.

Sare Çizmecioğlu, Ayın Parlak Zamanı, Şule Yayınları, 2016.

 

EDEBİYAT AİLEM KATEGORİSİNDEN...

sumeyra-ikiz-96677

Sümeyra İkiz

   Sahaf dükkânına her gün pek çok insan gelirdi. Ama o gün, kapısının önündeki dut ağacından içeriye giren küçücük bir tırtıldı.     Sabah rüzgârıyla yalpalayan ağacın tüylü yapraklarından birinin kenarını ısırmak üzereyken yere düşmüş, yumuşacık gövdesi toza, toprağa bulanmıştı. Ters düştüğü yerde başıyla ayaklarını birleştirip tortop olmuş, bir süre hareketsiz kalmış, sonra tutunamadığı ağaca yüz vermek istemezmiş gibi yan dönüp açıla kapana pürtüklü kaldırımda ilerlemişti.

DETAY...

palas-pandiras-52744

Hande Aydın

Bizler annemi sustuğunda duymaya başladık. Hani nasıl sürekli akan bir çeşmenin sesine alışıp işitmez olursunuz da aniden kesildiğinde fark edersiniz ya işte öyle. Konuşmaktan vazgeçmişti artık. Belki anlattıklarının dinlenmediğini, belki kimsenin kendisine ayıracak vakti olmadığını, belki de söyleyeceği yeni bir şey olmamasından bu yana susuyor. Uzun zamandır çok konuşmasından şikâyet eden bizler şimdi onun ağzından çıkacak tek bir kelimeyi bekliyoruz.

DETAY...

ayse-uckan-65566

Ayşe Uçkan

Her mektup özeldir. Ama “ne özel” mektuplardı seninkiler. Geçmiş zaman kalıbıyla konuştuğuma bakma, okuyorum bu ara sık sık, hâlâ öyleler. Yazıldıkları günlere geri götürmede, anı diriltmede üzerlerine yok. Merak ettiğim, bana artık niye yazmadığın. Dur söyleme, ben bulayım…

DETAY...

alisilmadik-deniz-80550

Filiz Geç

boynuma dolanan şeffaf bir eşarpla kaçtım yol boyu iz bırakmadan her adımda düştü ellerim kim tanır beni bu yorgunlukla

DETAY...

2024. Copyright © Rahşan Tekşen.

Avinga | XML