ANA SAYFA » KİTAPLIĞIM » EDEBİYAT AİLEM » Şafak Çelik
HATIRLANMASI İÇİN KÜÇÜK BİR NOT
Uzaklaşan çocukluğum ve tabii Özlem için…
suyla kaplı ateş katı
üzerinde seğiren ayaklarımız
telaşlı çocuklarız su üzerinde
unutacak olan çocuklar
bir an önceki telaşını
geçip bahçelere ne boş ne anlamsız
telaşı. yitirdikçe çocukluğu
büyüyen yük
içbükey
ıslak yorgan altında bir uykusuz at (eşiniyor)
dansçı bir babanın oğlu (gerer kaslarını)
konuşur kendine (su sesini yutuyor)
- ben geçerken düzeltirim
eğik ışıklarını sokak lambalarının
dönüşü olmaz belki
düşen huzmenin
- ben hazırlarım sesini
akdeniz’in alışkın balıklarının ve
sahile kapaklanan dalgaların
yorgun düşen sesini
- ben hatırlarım;
“kaç güneş batmış yüzünde
saçların yıldızsız bir orman
gölgesiz savruluyor
kara gecede kara bir taş
kara suya gömülüyor
mümkün değil renklenmek yeniden
esirliğimin balı
senin ellerinle bile”
önümden geçen kaviste
gözlerimden kelimeler devrilebilir
dışa meyilli
dışbükey
eğnendiği gece omzundan kayıyor
ne ki sabah yine uzak
uzak renkleri soluk çocukluğun
yokluk ve neşe
uzak. telaşında koşturmanın
su üzerinde. yokluk
altında ateş
uzak çocuktan.
ekmek
ne mübarek
Şafak Çelik, Uzatılmış Bir Yas, Şule Yayınları, 2019
kötürüm dakikalar sürünür duvarlarda bileklerimde metalin keskin izi cüzzamlı bir fırtına değilim artık hayır şu muazzam kış karşısında baygın sıcakları özleyen şımarık bir kar tanesiyim yoruldum üşümekten
İncir, nar belki kavak. Ağaçları inceliyor sapan için uygun bir parça arıyordum. Sürgün veren dalları görmezden geliyordum. Henüz onlara merhamet gösterebilirdim. Camları korkusuzca indirdiğimiz, yaprak vurup isabet yarıştırdığımız, kuş avladığımız sapan mevsimi. İlk kuşun yere düşmesini bir hasta odasında bekliyordum.
Çorbasından bir kaşık almıştı ki başının üzerinde bir gölge belirdi. Karasinek? Eşekarısı? Serçe? Neydi bu? Karartı tavan ve zemin arasında ani manevralar yapıyordu. Çığlıklar atarak evden çıktı. Nefes nefese kalmıştı. “Bu da ne böyle?” diye sordu kendine. Cevap çok geçmeden titreyen vücudunun her bir uzvundan beynine doğru hücum etti. Yarasa! Bu kelimeyi hayatında ilk kez kullanıyor gibiydi oysa yarasayla ilgili bir sürü belgesel izleyip mağaradaki hayatları hakkında birçok şey öğrenmişti ama şimdi bu bilgiler faydasızdı. Nitekim yarasa mağarada değil, salondaki kristal avizenin altında uçuyordu.
Sahaf dükkânına her gün pek çok insan gelirdi. Ama o gün, kapısının önündeki dut ağacından içeriye giren küçücük bir tırtıldı. Sabah rüzgârıyla yalpalayan ağacın tüylü yapraklarından birinin kenarını ısırmak üzereyken yere düşmüş, yumuşacık gövdesi toza, toprağa bulanmıştı. Ters düştüğü yerde başıyla ayaklarını birleştirip tortop olmuş, bir süre hareketsiz kalmış, sonra tutunamadığı ağaca yüz vermek istemezmiş gibi yan dönüp açıla kapana pürtüklü kaldırımda ilerlemişti.